![](https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhKEBzEliVhoisMLY4YrBtS2rpYeDNFa_XDJIx5M-jhwRpcUFn9Z1YNRnJgqUDYpYIHKFvyr6UIIll8laEk6zp8lAlwWgO9ZhO20hpOh2raei6zG91w096hdWWjkPtEzFmShtUcCcezdaA/s1600/kibris-baris-harekati_91033.jpg)
![](https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhYc1-93MY8BTQUhG73etcSzhigpLi-dQix88QWO8NxGskORDh6tjQi-MnIH13pEZJoRuSQEvOulCRjv5SOxY_yCfpdWIAhuDrPEv8UkwOh35Lh2FxzeMCEWt-vuuyKaXVz_pplo_QdoI0/s1600/1974-KIBRIS-TURK-ECEVIT-DENKTAS-AFISI__37051722_0.jpg)
![]() |
KIBRIS MESELESİNE BİR BAKIŞ.. |
Giriş:
Türk
ulusu insanlık tarihi içerisinde önemli tarihsel olayları gerçekleştirmiş bir
ulustur. Türk siyasi tarihinde, şüphesiz ki; Kıbrıs sorununun önemi de göz ardı
edilemez. Bu makalede Kıbrıs sorununun tarihsel değerlendirmesi 1974 Kıbrıs
Barış Harekatı ‘ndan itibaren ele alınarak, 2004 ’te Rum yönetiminin,
dolayısıyla “Kıbrıs Cumhuriyeti” nin, AB ‘ye üye olmasıyla sonuçlanan sürece
kadar incelenecektir.
A – Kıbrıs Barış Harekatı
1-
Harekata
Nasıl Gelindi ?
Kıbrıs,
1914 –1960 yılları arasında İngiltere egemenliğinde kalmıştır. Her iki toplumun
giderek artan baskısı sonucunda İngiltere, 1960 ‘ta Kıbrıs’ta bağımsız bir
cumhuriyetin kurulmasına razı olmuştur. Zürih ve Londra’da yapılan garanti ve ittifak
antlaşmaları ile 15 Ağustos 1960’da kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin
bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü, bir başka devlete bırakmama garantisini
her üç devlet (Türkiye, İngiltere, Yunanistan) onaylamışlardır.
Ancak,
beklenen barış ortamı sağlanamamış, hakların eşitliğine dayanan iki toplumlu Cumhuriyeti,
Rum idaresi kabullenememiştir. Makarios, 22 Aralık 1963’te Garanti
antlaşmasını
iptal ettiklerini dünyaya ilan etmiştir. Özellikle 1963’te başlayarak, 1974 yılına
kadar Kıbrıs’ta 100’den fazla Türk köyü yakılmış; 27.000 Türk göç etmek,
evlerini terk etmek mecburiyetinde bırakılmış, binlerce Türk yaralanmış ve
öldürülmüştür. Yaşlı, genç, çocuk demeden yüzlerce masum Türk insanı
katledilmiştir. Gelişen bu durum karşısında Türkiye 13 Şubat 1964’te BM Güvenlik
Konseyi’ne başvurur. BM, Ada’ya Barış Gücü göndermeyi kararlaştırır. 21 Aralık
1963’te başlayan Rum saldırılarının BM Barış Gücü’nün varlığına rağmen
kesilmemesi üzerine, Kıbrıs’a ilk olarak 7 Haziran 1964 günü müdahale kararı
alınır.
Ancak,
bu müdahaleden iki gün önce, ABD Başkanı Johnson’un meşhur mektubu gelir. Bu
mektupta Johnson, ABD yapımı silahların Kıbrıs’a yapılacak müdahalede kullanılamayacağını,
Kıbrıs’a yapılacak müdahalenin Yunanistan’ın yanı sıra gerekirse ABD tarafından
da önlenebileceğini ima eder. Bunun üzerine Türkiye, geri adım atmak
mecburiyetinde kalmıştır.
Kıbrıs
sorununun çözümü için 1965 yılı mayıs ayından itibaren Türkiye ile Yunanistan
arasında başlayan ikili görüşmeler, 15 Kasım 1967’de Rumların Boğaziçi ve
Geçitkale köylerine saldırmalarına kadar devam etmiştir. Grivas liderliğindeki
bu Rum-Yunan
saldırısı sonucu
28 Türk hayatını kaybetmiştir. Türkiye, saldırıların hemen sonlandırılmasını,
işgal edilen köylerin derhal boşaltılmasını istemiştir. Diğer yandan, TBMM ’nce
17 Kasım 1967’de gerekirse Yunanistan ile savaşa gidileceği kararı alınmıştır.
ABD
tekrar devreye girerek, müdahaleyi önlemek ister. NATO’yu devreye sokar.
Türkiye, müdahaleden vazgeçerek bazı isteklerini kabul ettirir. Türklerin
çoğunlukta bulundukları bölgelerde “Geçici Türk Yönetimi” kurulur. Sayıları 20
bin kadar olan Yunan askerlerinin bir bölümü adadan ayrılır. Rum – Yunan kuşatma
barikatları kaldırılır. 1967 yılında Türkiye’nin baskısıyla adayı terk eden
Yunan EOKA Tedhiş örgütü Başkanı Grivas, 1971 Ekiminde adaya döner. Amaç,
Enosis ’i (Kıbrıs’ın Yunanistan’a İltihakı) gerçekleştirebilmektir. Ancak,
Makarios buna karşıdır. O, Kıbrıs Rumlarının seçimle başa geçirdikleri cumhurbaşkanıdır.
Enosis sonrası Yunanistan’ın, bir valisi durumuna düşmek istememektedir. Bu
durum üzerine Yunanistan, Makarios ’un öldürülmesi pahasına da olsa bir darbe
yapılmasını ve Yunanistan yanlısı bir yönetimin iş başına getirilmesini
kararlaştırır. 15 Temmuz 1974 sabahı RMMO (Rum Milli Muhafız Ordusu)’na ait üç
tank başkanlık sarayına saldırır, kritik yerler işgal edilir, darbe başarıyla
tamamlanır. Ancak, Makarios Ada’dan kaçmayı başarmıştır.
Gelişen
bu durum karşısında adadaki Türk cemaati lideri Rauf Denktaş, Türkiye’nin bir oldubitti
müdahalesi yapmasını talep eder. Türkiye uluslararası antlaşmaların kendisine
verdiği hakka dayanarak, 20 Temmuz 1974 tarihinde Kara, Deniz ve Hava kuvvetleriyle
Kıbrıs’ta bir harekât başlatır.
Kıbrıs
Barış Harekâtı kaçınılmaz bir müdahaledir. Bu harekât yalnızca Türkiye’nin
milli menfaatleri ve stratejik avantajları için değil, kendisinden yıllardır
kurtarıcı olarak yardım bekleyen Türkler için bir el uzatma, Türkiye’nin
kendine olan özgüveninin kazanılması ya da kanıtlanmasına en güzel örnek olarak
da tanımlanabilir.
2
– Harekatın Genel Planı
Girne batısından Çıkartma Birlikleri
Komutanlığınca uygun görülecek plaja
denizden çıkılacak; Komando Tugayı ve Paraşüt Tugayının atlama eğitimi görmemiş
taburları helikopterlerle 20 Temmuz 1974 sabahı saat 07.00’den itibaren üç
aşamadan oluşacak şekilde havadan indirilecekti. İndirme bölgesi Kırnı
çevresiydi.
Paraşüt
Tugayı da, Gönyeli bölgesine indirilecek, Köprübaşı ve Havabaşı sağlandıktan
sonra çıkarma birliklerinin arkasından çıkarılacak 39. Tümen’in kalanıyla erken
birleşmeye gidilecekti.
2.a – Harekat Planı
Bütün
savaşlar çok zordur, fakat amfibi harekâtlar (Denizaşırı) tüm uzmanlara göre olanaksız
gibi bir şeydir. Çünkü amfibi harekâtı havadan indirmeyle, denizden çıkarmanın
birleşmek zorunda olduğu bir üçlü harekâttır. Yani deniz – hava – kara kuvvetlerinin
çok iyi bir biçimde işbirliği yapması gerekir.
17
Temmuz 1974 günü yapılan MGK toplantısında harekâtın yapılacağı gün kesinleşmişti.
Bu toplantıda başbakan Bülent Ecevit her üç kuvvet komutanına da “Ayın 20 sine
hazır mısınız?” diye sordu. Hava K.K. ve Deniz K.K. hazır olabileceklerini
ifade ederlerken Kara K.K. ise 20 gün zamana ihtiyaçları olduğunu söyledi. Başbakan
Ecevit, bu zamanı veremeyeceklerini, hızlı olmaları gerektiğini söyledi.
Yapılan istişareler sonucunda operasyon günü olarak 20 Temmuz 1974 tarihi
belirlendi. Harekât merkezi olarak ise Adana seçildi.
II.
Taktik Hava Kuvvet Komutanı Tümgeneral Hulusi Kaymaklı, tatili yarıda kesilerek
Ankara’ya
getirildi; durum kendisine anlatıldı. MGK toplantısında, havacıların 18 Temmuz
1974 günü Adana’da, Harekât Merkezinde olmaları kararlaştırıldı. Tümgeneral
Kaymaklı ve Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Eşref Akıncı bir C – 47 nakliye
uçağı ile 18 Temmuz 1974 tarihinde Adana’ya (İncirlik) indiler. İntikal edecek
komutanlar da İncirlik’e çağrıldı.
Kıbrıs’ta
bulunan piyade alayında temmuz ayı içerisinde haftada bir gün istihbarat
toplantısı yapılmaktaydı. Bu toplantılarda son zamanlarda gelişen siyasi
olaylar ve artan gerginlik hakkında bilgi verilirdi. Bu toplantıların sonunda
yapılan değerlendirmelerde savaş olmasının uzak bir ihtimal olduğu kanısına
varılırdı. Genel kanı; savaşı gerektirecek bir olay olsa dahi Türk ve Yunan
hükümetleri arasında notalar gidip gelir ve bir savaşın çıkmasına izin verilmez
doğrultusundaydı.
Kıbrıs
Rum bölgesinde darbe olduğu öğrenildiğinde Türk alayında gerginlik arttı. Bekleme
dönemi başladı. Bölük komutanları, Türk Barış Kuvvetlerinin bir harekât yapacağını
19 Temmuz 1974 günü akşamı saat 21.30 sularında, takım komutanları da saat
24.00 sularında öğrendiler. Takım komutanları, 19 Temmuz’la 20 Temmuz arasında
boş durmamış, BM Barış Gücünden gizleyerek, çevreden buldukları malzemelerle
mevzileri sağlamlaştırdılar. 20 Temmuz 1974 sabahı üçlü (deniz-hava-kara
işbirliği) bir harekâtın başlayacağı ve radyoların açık bırakılması emredildi.
Görev ve sorumlulukları ne olursa olsun öncelikli olarak hava indirme sahası
savunulacaktı.
1974
yılında 2. Ordu Komutanı Orgeneral Suat Aktulga ’nın emrinde bulunan birlikler
şunlardı: Kıbrıs Barış Kuvvetleri, Komando Tugayı, Paraşüt Tugayı ve savaş durumunda
28. Tümen de emrine girecekti.
19
Temmuz sabahı Çıkartma Birlikleri tamamen binmiş olarak beklerken, Birlik Komutanı
Tuğamiral Emin Göksan ’ın karargâhında hareket emri bekleniyordu. Bu emir saat 11.00’de
geldi. 36 parça armada Mersin limanını terk etmeye hazırlandı. Bu sırada 2.
Ordu Komutanı Orgeneral Suat Aktulga da bu karargâhtaydı. Cumhuriyet
tarihimizde ilk
kez savaşa giden
donanmamıza ait gemilerimiz verilen emirle ilerlemeye geçtiler. Ama
kısa bir süre
sonra, telsiz ile “Limandan çıkmayınız... Geri dönüyoruz” emri verildi. Bu emir
yalnızca muhriplere verildi, çünkü öteki gemiler limandan henüz
ayrılmamışlardı. Gerçi yükleme de zamanında yapılamamıştı. Çıkartma gemileri
yeniden limana bağlandı. Birliklerin beklemesi devam ediyordu. Bu bekleyiş
personelin sinirlerini iyice gerginleştirdi. Daha önceki çıkarma girişimlerimizde,
yoldan geri çevriliş anında intihara kalkışan subayları anımsayanlar bir anda
ürperdiler. Bu bekleyiş saat 11.15’e kadar devam etti, nihayet harekâtın
başlaması için Çıkartma Birlik Komutanı emir verdi.
Sancak
gemisi TCG Ertuğrul, halatları fora etmişken Vali ve Diyanet İşleri Bakanı
gemiye geldi. Çıkartma Birlikleri Komutanı Amiral Emin Göksan ’dan izin alıp
çıktılar. Personele içten, son derece etkili bir konuşma yaparak, gemiden
ayrıldılar. 11.30’dan itibaren ilerleyiş başladı. TCG Ertuğrul, muhrip, avcıbot
ve çıkarma gemileri dalgakırandan çıktılar. Kıyıya toplanmış mahşeri kalabalık,
Donanma ve Birliklerimizi büyük bir coşkuyla uğurluyorlardı. TCG Ertuğrul,
marşlarla inliyordu. Asker sanki savaşa gitmiyor da eğlenceye gidiyor gibiydi.
12.00’da Truva gemisiyle birlikte hareket eden boş altı ticaret gemimiz de
aldatma seyrine başladı. Bu ticaret gemilerinden oluşturulan konvoyun rotası
Magosa idi. 14.30’da muhriplerimiz de ileri harekâta geçtiler.
Komutanların
kafalarında birçok sorular ve sorunlar bulunmakla birlikte son başarının
bizim olacağını
biliyor ve inançlarını hiç yitirmiyorlardı. 50. Piyade Alay Muharebe Grubuna
çok güveniyorlardı.
Bu Alay, herhangi bir savaşa girmemiş olmakla birlikte iyi eğitilmiş,
disiplinli bir
birlikti. Alay Komutanı Albay İbrahim Karaoğlanoğlu her zaman, Çıkartma
Birlikleri
Komutanı Amiral Göksan ’a; “Komutanım, biz bir kere Kıbrıs kıyılarına ayak
basalım... Düşman
dağılır kaçar” diyordu.
Bütün
komutanlar böyle umuyordu. Düşmanı hazırlıksız yakalıyorduk. Taktik alanda
bir baskın
yapılacağı belliydi. Özellikle Girne bölgesi bizim için elverişli koşullar ve
olanaklar
sunuyordu. Bir kez Girne boğazı “Dar Boğaz” düşürülünce, çıkarma ve indirme
birliklerimizin
birleşmesi kolaylaşacaktı.
3
- Kıbrıs Barış Harekatı :
19 Temmuz’u 20 Temmuz’a bağlayan
gece Ankara, hareketli müzakerelere sahne
oldu. A.B.D.
Ankara Büyükelçisi Macomber ve Joseph Sisco Ecevit’i müdahaleden vazgeçirmeye
çalışıyorlardı.
Fakat
Ecevit’in kararı kesindi. Türkiye 10 yıl önce böyle bir harekâttan yine
Amerikan
baskısı ile
vazgeçmiş ve bu Kıbrıs Türk’ü için bir felaket olmuştu. Türkiye savaş
istemiyordu fakat Kıbrıs’a müdahale etti diye Yunanistan bir çılgınlığa girişirse
elbette ki karşılık vermek zorunda kalacaktı. Sisco sonunda boş yere
uğraştığını anladı ve uçakla Türkiye’den ayrıldı. Harekât başlarken Ankara’da
bulunmak istemiyordu. Türk havaalanları Sisco ’nun ayrılışından hemen sonra trafiğe
kapandı.
Cumhurbaşkanı
yardımcısı ve KTY Yürütme Kurulu Başkanı Rauf Raif Denktaş, Bayrak Radyosu’nda
yaptığı konuşmada; 1960 anlaşmalarına dayanarak, Kıbrıs’ın bağımsızlığını, bütünlüğünü
korumak için, Türk Silahlı Kuvvetlerinin, adanın her tarafında denizden ve havadan
çıkarma yaptığını, bunun bir “Polis Harekâtı” olduğunu açıklıyordu. Denktaş,
mücahitlere; Rumlara hiçbir şekilde ateş açmamalarını, halka da evlerinden
çıkmamalarını ve çocuklarını zemin ve bodrumlarda emniyete almalarını
öğütlüyordu. Denktaş ’ın konuşması, Bayrak Radyosu’nun Rumca yayınlarında da
belirli aralıklarla verilmekteydi. Bir ara saat 05.50’de Lefkoşa ’da kısa
aralıklarla duyulan silah seslerinden sonra şehirde yine sükûnet başlamıştı.
Türk Silahlı Kuvvetlerinin harekâtının başlamasından bir saat kadar sonra, saat
06.00’da Rum Radyosu “Kilise İlahisi” ile yayına başladı. Ayinden hemen sonra
Rum Radyosu “Genel Seferberlik” ilan edildiğini bildirerek, eli silah tutan tüm
Rumları silah altına çağırıyordu. Radyo ayrıca Rumlara ait araç ve hayvanların
RMMO’na teslim edilmesini bildirmişti. Rum hapishanelerindeki tutuklu ve
mahkûmlar serbest bırakılmışlardı. Rum radyosu onların da savaşa
katılacaklarını duyuruyordu. Saat 06.00 sıralarında Bayrak Radyosu, Başbakan
Bülent Ecevit’in çıkarma ile ilgili ilk konuşmasını yayınlamaya başlamıştı.
Ecevit, “diplomatik kanallardan, bütün barış yollarını denedikten sonra, çıkarmanın
yapıldığını” söylüyordu. Başbakan kan dökülmemesi için Rumların Türk Silahlı Kuvvetlerine
karşı durmamalarını tavsiye ediyordu.
06.50’de
Limasol ’dan telefonla alınan haberlere göre, Limasol ’da Rumlar, Kıbrıs ve
Yunan
Bayraklarını indirmişlerdi. Birçok Rum evlerine Türk Bayrağı asılmakta olduğu
bildiriliyordu.
Saat 07.20’de Kırnı ’da ki Rum birlikleri, karargâh damlarına ve Karargâh
gönderine “Beyaz
Bayrak” çekmişti, Girne Bölgesindeki bazı RMMO birlikleri de teslim
olmak için
müracaat ediyorlardı.
Saat
09.00 sıralarında, RMMO Komutanı Tuğgeneral Mihail Georgitis, radyoda
açıklanan demecinde,
“Türk mücahitler ateş keserlerse kendilerinin de keseceklerini, aksi
takdirde, Türk
kesimlerine saldırıya geçeceklerini” sert bir dille ilan ediyor, tehditler
savuruyordu.
Wolseley
Barnadas’da bulunan Barış Gücüne bağlı Mayfield kuvvetleri, Türk
mücahitlerinin
destekleme atışı altında Lefkoşa Türk bölgesine sığınmışlardı. Bu durum da
göstermekte idi
ki, Barış Gücü, Rum askerlerinin amansız davranışları sonucunda kaçacak yer
aramaktaydı.
Sabahın
ilk saatlerinde, Lefkoşa Türk hastanesine bir havan mermisi düşmüş fakat
ölen olmamıştı.
Rumlar, devamlı meskûn bölgelere ateş ediyorlardı. Bu arada, Lefkoşa ’nın
merkezindeki Türkiye Kızılay Demeği ilk yardım hastanesi ile Kızılay Kan Merkezinin
bazı bölümleri ateş altında kalmış, ancak insanca zayiat olmamıştı. Saat
09.55’te, Kıbrıs Rum Dışişleri Bakanı, B.M. Güvenlik Konseyi’nin olağanüstü
toplanmasını istemişti. Saat 10.10’da, Rum yedek polis kuvvetleri, Radyo ile
göreve çağrılmıştı. Bu arada, yedek polis komutanı Pandelakis Pandeziz ’in 366.
piyade taburu komutanlığına getirildiğini Rum radyosu açıkladı. Türk hava
indirmesi ile deniz çıkartması karşısında paniğe kapılan Rum
subay ve
askerlerinin morallerini yükseltmek için, radyo yalan ve anlamsız yayınlar
yapmaya
başlamıştı.
20
Temmuz günü Ankara sakindi. Hiç kimse Türk silahlı kuvvetlerinin gücünden
endişe
etmiyordu. Hükümetin tek endişesi Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin
vakitsiz
bir ateşkes
kararı almasıydı. Türk halkı harekâtı Başbakan Bülent Ecevit’in demeçlerinden
öğrenmişti.
TRT’nin
yayınladığı bir demecinde Ecevit şöyle diyordu:
“Bu
harekât milletimize, bütün Kıbrıslılara ve insanlığa hayırlı olsun. Umarım ki,
kuvvetlerimize
ateş edilmez ve kanlı bir çatışmaya yol açılmaz. Biz aslında savaş için değil,
Türklere de
Rumlara da barış getirmek için adaya gidiyoruz. Bu karara, ancak bütün
diplomatik,
politik yolları denedikten sonra mecbur kalarak vardık. Bütün memleketlere, bu
arada son
zamanlarda yakın istişarelerde bulunduğumuz dost ve müttefiklerimiz Birleşik
Amerika’ya ve
İngiltere’ye, meselenin müdahalesiz halledilebilmesi, diplomatik yollardan
halledilebilmesi
yönünde gösterdikleri iyi niyetli çabalar için şükranlarımı belirtmeyi borç
bilirim. Eğer bu
çabalar sonuç vermediyse, sorumlusu bu iyi niyetli gayretleri gösteren
devletler
değildir.
Tekrar
bu harekâtın insanlığa, milletime ve bütün Kıbrıslılara hayırlı olmasını
dilerim. Allah’ın milletimizi ve bütün insanlığı felaketlerden korumasını
dilerim.”
Başbakan
Yardımcısı Necmettin Erbakan ise şöyle diyordu:
“Mukavemet
görmez isek, herhangi bir kan dökülmesi olmayacaktır. Kıbrıs’ta, Dünya
sulhunun
teminine yardımcı bir hareket olacaktır. Cenab ’ı Hak, bu hareketten dolayı,
milletimize ve
bütün insanlığa hayırlı neticeler versin. Tarihi görevimizi ifa etmenin
bahtiyarlığı
içerisindeyiz.”
Genelkurmay
Başkanı Orgeneral Semih Sancar da mesajında şöyle diyordu:
“Şanlı
Türk Silahlı Kuvvetleri ve Ulusu Mesajımın yayınlandığı şu anda, kahraman Türk
Silahlı Kuvvetleri, milletinin emrinde ve O’nun yüce varlığından aldığı güçle, devletlerarası
andlaşmaların kendisine tanıdığı haklara dayanarak, Kıbrıs’ta ve bölgede barışı
sağlamak, yavru vatanda yaşayan ırkdaşlarımızın güvenliğini sağlamak maksadıyla
birleşik bir harekâtta bulunmaktadır. Türk’ün kahramanlığını ve
barışseverliğini bir kere daha cihana ispat eden Silahlı Kuvvetlerimiz, bu
hareketimizde, şanlı tarihimize ve insanlığa unutulmayacak bir sayfa
açmaktadır. Kahraman Türk milletinin yıllarca bu barışı gerçekleştirmek
yönünden gösterdiği metanet de ayrı bir övgüdür.
Yüce
Türk ulusu zafer haberlerinizi tarihimiz ve ulu atamıza layık olacağınıza
inancım sonsuzdur.”
Türk
birlikleri 22 Temmuz’da Girne’yi ele geçirmiş, ancak aynı akşam BM Güvenlik
Konseyi ’nin 353 sayılı ateşkes kararı üzerine, adada ilerleyişini durdurmuştur.
Bu süre içinde Girne – Lefkoşa hattı birleştirilmiştir.
Bu
müdahalenin ardından, Yunan cuntası ve Sampson yönetimi sona ermiş, yerine Klerides
geçmiştir. Adada Türk halkına karşı acımasız bir kıyım söz konusu olduğu için,
Türkiye’nin adaya müdahalesi tamamen savunma ve barış için gerçekleştirilmiştir.
Yunanistan
yönetimi, Türkiye ’ye savaş ilan etmek ve Türk kuvvetleri ile Kıbrıs ’ta ve
mecburiyet olursa başka cephelerde de karşılaşmak istemiştir. Lakin Atina ’da
toplanan Savaş Konseyi ’nde ordu komutanları, uzak bir mesafede olan Kıbrıs ’ta
savaş yapmak için Yunan Silahlı Kuvvetlerinin yeterli hazırlığı bulunmadığı ve
aynı zamanda da açıkta kalan Ege Adalarını savunmanın mümkün olmayacağını
bildirdikleri için Kıbrıs’ta ateşkesi kabul etmişlerdir ve ertesi gün de Yunanistan
NATO ’nun askeri kanadından çıkmıştır.
3 . a Birinci Cenevre
Görüşmesi :
22 Temmuz 1974 saat 17.00’de
yürürlüğe giren ateşkesin hemen arkasından, barışın sağlanabilmesi amacıyla
üçlü görüşmelerin hazırlıklarına başlanmıştı. Birinci Barış
Harekâtı,
yalnızca Kıbrıs’ta Cunta uzantısı Nikos Sampson darbesini ortadan kaldırmakla
kalmadı, Yunanistan’da da politik değişikliklere yol açtı. 23 Temmuz’da askeri
cunta yerini sivil hükümete devrediyordu. Yunanistan’daki bu değişikliğin
ardından cunta yanlısı Nikos Sampson ortadan kayboluyordu. Kıbrıs Rum Kesimi ‘ni
Glafkos Klerides temsil edecekti.
Kıbrıs’ta
sürekli bir barışın yeniden kurulmasını amaçlayan üçlü görüşmeler, 25 Temmuz’da
Cenevre’de başladı. Üç garantör ülkenin dışişleri bakanlarının görüşmelerinde,
Türkiye’yi dönemin dış işleri bakanı Turan Güneş, İngiltere’yi James Callaghan,
Yunanistan’ı ise Yorgo Mavros temsil ediyordu. Bu görüşmede Türkiye, Türklerin
güvenliğinin Türk polisi tarafından güvence altına alınması; Türk askerlerinin
geri dönüşü için baskı yapılmaması; Rauf Denktaş ’ın Başkan Yardımcılığı
görevine hemen başlaması; her iki toplumun geçici olarak otonom yönetim ile
yönetilmesi üzerinde durulmuştur. Türkiye, görüşmelere götürdüğü koşullardan ödün
vermeden sürdürdüğü görüşmelerin sonucunda, Birinci Barış Harekâtı ’nın yasal temellerini,
burada imzalanan antlaşmayla da pekiştirmiştir. Cenevre’deki birinci görüşmeler
25-30 Temmuz tarihleri arasında altı gün sürmüştür. Bu görüşmelerde A.B.D,
Sovyetler Birliği ve B.M. gözlemci bulundurmuşlardır. İlk görüşmeler, bir hafta
sonra yeniden başlamasına karar verilerek dağılmıştır.
3
. b İkinci Cenevre Görüşmesi :
Birinci Cenevre görüşmeleri sonunda,
ikinci görüşmelerin 8 Ağustosta başlamasına karar verilmişti. Birinci Cenevre
görüşmeleri sonunda Türkiye, askeri başarısının yanında siyasi olarak da başarı
kazanmış istekleri onaylanmıştı. İkinci kez başlayan görüşmelere Kıbrıs Rum ve
Kıbrıs Türk temsilcilerin de katılmasıyla görüşme tarafları beşe çıkmış
oluyordu. Tartışmalar çok şiddetli geçti.
Türk
tarafının tezi, “Kıbrıs’ın bağımsızlığının ve Kıbrıs Türklerinin güvenliğinin
sağlanmasının şartı; coğrafi esasa dayanan ikili otonom idare olmalıdır.”
biçimindeydi. Türk temsilciler görüşmelerin hemen başında, Birinci Cenevre Antlaşmasının
uygulanmasını; bir gün içerisinde tüm Türk köylerinin boşaltılmasını istemişlerdir.
Bu köyler Yunan ve Rum askerleri tarafından işgal edilmişti. Bölgeye barışın
gelmesi ve anayasal düzenin kurulması için başlatılan görüşmeler 6 gün sürdü.
Ancak, Rum ve Yunan delegelerin olumsuz ve uzlaşmaz tutumları görüşmeleri
çıkmaza götürdü. Aslında Rumların görüşmeleri çıkmaza sokacakları baştan
belliydi. Çünkü Birinci Cenevre anlaşmasını imzalamalarına karşın, yerine
getirmeyi onayladıkları hükümleri yerine getirmemişlerdi. Daha önce Türklere
ait olan ve Rumlar tarafından işgal edilen Türk yerleşim bölgeleri
boşaltılmamış ve Barış gücüne teslim edilmemişti. Karma köylerden de Rum Milli
Muhafız Ordusu çekilmemişti. Üstüne üstlük Türk bölgelerine saldırıları
arttırmışlardı.
Evdim
ve Limasol ’da Türk evleri yakılıp yıkılmış özellikle de Limasol bölgesinde
toplu katliamlar yapılmıştır. Bütün bunların yanında propagandalarla dünyayı Türkiye
aleyhine döndürmeye çalışmışlardır. İkinci Cenevre görüşmelerinin bekleneni
vermeyeceğini gören Türk Hükümet yetkilileri, dış işleri bakanı Turan Güneş’e,
olumlu sonuç alınamadığını ve ikinci Barış Harekâtının başlatılmasını “Ayşe[1]
tatile çıksın !” sözleriyle Cenevre’ye bildiriyordu. Görüşmelerin 13 Ağustos
sabahı sona ermesiyle beraber 14 Ağustos 1974 sabahı 15.30’da Türk birlikleri
Doğu’da Magosa’ya, Batı’da Lefke ’ye doğru iki koldan saldırıya geçtiler.
4 - İkinci Operasyon
“Attila Hattı - Şahin Hattı” :
8-12
Ağustos 1974 ’te, adada düzenin sağlanması amacıyla toplanmış olan 2. Cenevre
Konferansı ’ndan bir sonuç çıkmaması üzerine, Türkiye, 14 Ağustos 1974’te Kıbrıs
’a ikinci kez askeri müdahale ederek, adanın kuzey kesimini Türklerin
kontrolüne geçirmiş ve 16 Ağustos ’ta da ateşkes ilan etmiştir.
Böylece,
Karpaz Yarımadası ’nın doğu ucundan batıdaki Yeşilırmak’a kadar uzanan ve bugün
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ’nin sınırlarını oluşturan hattın kuzeyi
Türklerin eline geçmiştir.
Bu
müdahalenin amacı, Kıbrıs ’ın bağımsızlığını güvence altına almak ve bölgede
yaşayan Türk vatandaşlarının da can güvenliğini sağlayarak, sürekli bir barışın
gerçekleşmesini sağlamaktır. Bu müdahale, Kıbrıs sorunu ve Türk-Yunan
ilişkileri yönünden bir dönüm noktasıdır.
B
– 1975 Kıbrıs Türk Federe Devleti ‘nin İlan Edilişi
Türkiye’nin adaya yaptığı müdahaleden
sonra, Kıbrıslı Türkler, anavatanın güvencesi altına girmişlerdir. Türklerin
can güvenliğinin yanında, iktisadi, siyasi ve kültürel güvenlikleri de
sağlanmıştır. Geçici Kıbrıs Türk Yönetimi, Kıbrıs Barış Harekâtından sonra
ortaya çıkan yeni durumun hukuki olması için ve toplumda huzurun, düzenin tesis
edilmesi amacıyla 13 Şubat 1975 tarihinde Kıbrıs Türk Federe Devletini (KTFD)
dünyaya ilân etmiştir.
Yeni
devletin anayasası, Geçici Türk Yönetimi tarafından hazırlanmıştır. Bunun
üzerine Rum tarafı, KTFD ’nin ilanının, Kıbrıs ’ın bağımsızlığına, toprak
bütünlüğüne ve 1960 antlaşmalarına aykırı olduğunu ileri sürmüştür.
KTFD
ilk olarak, 2 Mayıs 1975 tarihli yönetmeliğe dayanarak, iş gücü açığını telafi
edebilmek için Türkiye ’den kırk bin göçmen getirtmiştir. Daha sonra da adada
BM aracılığıyla gerçekleşen, bir nüfus mübadelesi yapılmıştır. 2 Ağustos 1975
tarihinde yapılan anlaşmayla, adanın güneyinde yaşayan Türklerin kuzeye,
kuzeyde yaşayan Rumların da güneye geçmesi sağlanmıştır. Bu mübadeleyle Kıbrıslı
Türkler, tarihte ilk olarak, bütün nüfuslarıyla birlikte, sınırları belli olan
bir bölgede toplanma ve korunma imkanına sahip olmuşlardır. Nüfus aktarmasıyla
güneyde esir olarak tutulan Türklerin özgür bölgeye geçmesi sağlanmış ve iki
toplumlu, iki kesimli federal bir cumhuriyetin temelleri atılmıştır.
C – 1977 ve 1979 Doruk
Antlaşmaları
1975 ‘te
Viyana ‘da 6 tur görüşme yapılmıştır. Bu görüşmelerde, soruna federal bir çözüm
bulunması kararlaştırılmıştır. Altıncı turdan sonra görüşmelerin çıkmaza
girmesi üzerine, 1.5 yıl kadar sonra, kilitlenmeyi çözmeyi amaçlayan KTFD
Cumhurbaşkanı Denktaş, BM Genel Sekreteri Waldheim 'a Makarios 'la buluşma
önerisi yapmıştır.
Cumhurbaşkanı
Denktaş 'ın bu görüşme önerisi uzun bir uğraştan sonra, Rum toplumu lideri Makarios
tarafından kabul edilmiştir. Görüşme, 12 Şubat 1977 tarihinde gerçekleşmiştir.
BM Genel
Sekreterinin gözetiminde yapılan görüşmelerde 4 maddelik bir ilke anlaşması
imzalanmıştır.
1) Kıbrıs
Cumhuriyeti bağımsız, bağlantısız ve iki toplumlu olmalıdır.
2) Her
toplumun yönetimi altındaki topraklar, ekonomik ve toprak verimliliği ile
toprak mülkiyeti esasları ışığında görüşülmelidir.
3) Dolaşma,
yerleşme özgürlüğü, mülkiyet hakkı gibi prensip meseleleri müzakereye açıktır.
Bunların görüşülmesinde iki toplumlu federal sistem ve Türk Toplumu yönünden
doğabilecek güçlükler de dikkate alınacaktır.
4) Federal
hükümetin görev ve yetkileri, devletin birliği ve devletin iki toplumlu
mahiyetini koruyacak şekilde olacaktır.
Makarios 'un
ölümünden sonra, yine Denktaş 'ın önerisi ile yeni bir doruk anlaşması
gerçekleşmiştir. Rum Toplumu Lideri Kiprianu ile Cumhurbaşkanı Denktaş arasında
imzalanan 19 Mayıs 1979 tarihli 10 maddelik anlaşma da şöyledir:
1) Toplumlararası
görüşmeler 15 Haziran 1979'da yeniden başlayacaktır.
2)
Görüşmelerin temeli Denktaş-Makarios anlaşması ve BM'in Kıbrısla ilgili
kararları olacaktır.
3)
Cumhuriyetin tüm yurttaşlarının insan haklarına ve temel özgürlüklerine saygı
gösterilmelidir.
4) Görüşmeler
tüm toprak ve anayasa konularını kapsayacaktır.
5) Maraş'la
ilgili bir anlaşmaya varılması halinde, diğer yörelerle ilgili anlaşma
beklenmeden Maraş açılacaktır.
6)
Görüşmelerin sonucunu olumsuz şekilde etkileyecek hareketlerden kaçınılması ve
iyi niyet, karşılıklı güven ve olağan koşullara dönüşü kolaylaştırabilecek
pratik önlemler alınmalıdır.
7)
Kıbrıs Cumhuriyeti askerden arındırılacaktır.
8)
Cumhuriyetin bağımsızlığı, egemenliği, toprak bütünlüğü ve bağlantısızlığı, bir
başka ülke ile kısmen veya bütün olarak birleşmesi veya taksim ve ayrılmanın
herhangi bir şekline karşı gereken garantiler olacaktır.
9)
Görüşmeler gecikmelerden kaçınılarak sürekli ve temelli bir şekilde
sürdürülecektir.
10)
Toplumlararası görüşmeler Lefkoşa'da yapılacaktır.
Bu
anlaşmadan sonra başlayan uluslararası görüşmeler, Rumların BM Genel Kuruluna
başvurdukları Mayıs 1983 yılına kadar kesintilerle devam etmiştir. Mayıs
1983'de Rum tarafının konuyu tek taraflı olarak BM Genel Kurulu'na götürmesi,
adadaki Türk halkı hakkında haksız bir karar çıkarttırması, Türk halkının 15
Kasım 1983'de kendi bağımsız devletini ilan etmesiyle yanıtlanmıştır.
D – 1983 Kuzey Kıbrıs
Türk Cumhuriyeti ‘nin Kuruluşu
1977-1983 yılları arasında iki taraf
görüşmelerde bulunmuş, ancak bunlardan bir sonuç çıkmamıştır. Türk tarafı; iki
bölgeli federal bir yapı kurulmasını ve TSK ’nın Türklerin güvenliği açısından,
adada kalmasına devam etmesini istiyordu. Enosis ’e yol açacak her türlü çözüm
yoluna da itiraz etmekteydi. Rum tarafı ise, Türklerin azınlık olduğunu ve self
– determinasyon haklarının bulunmadığını ileri sürmekteydi. Rumlar uzlaşma, anlaşma
yerine BM ‘ye sık sık başvurarak, Türkler aleyhinde kararlar çıkarmak suretiyle
adayı tekrar tümüyle Rum egemenliği altına sokma ve bu esnada aşırı derecede
silahlanma yollarına başvurmuşlardır.
Mayıs
1983 tarihli bir BM kararında, Rumların adanın tamamında egemenlik hakkının
olduğu ve işgalci güç olarak nitelendirilen Türk birliklerinin adadan çekilmesi
ve KTFD ’nin sona erdirilmesi gerektiği belirtilmiştir. KTFD ve Türkiye, bu
kararı derhal reddetmiş ve KTFD meclisi, 17 Haziran 1983 ’te Kıbrıs Türklerinin
self – determinasyon hakkının olduğunu ilan etmiştir.
Federal
Devlet statüsünün barış ve uzlaşma yolunu açmadığı ve Rumların anlaşma niyeti
taşımadıkları iyice anlaşılınca, BM kararının da etkisiyle, Türk tarafı 15 Kasım
1983 ’te elinde kalan tek seçeneği kullanmış ve self – determinasyon hakkını
kullanarak, kuzeyde kendi özgür, bağımsız devletini kurmuş ve bunu tüm dünyaya
ilan etmiştir. Böylece Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) kurulmuştur. KKTC ’nin
kurulmasıyla adadaki durum hukukileşmiş oldu.
KKTC
’nin kurulmasına ilk ve tek olumlu tepki Türkiye ’den geldi ve Türkiye derhal KKTC
’yi tanıdığını ilan etti. Buna karşılık bu durum, Yunanistan ’la Kıbrıslı
Rumlar tarafından yasa dışı ve kabul edilemez olarak nitelendirildi ve
Yunanistan 16 Kasım 1983’te Türkiye ’ye protesto notası verdi. Bu arada
İngiltere de, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ’nin kuruluşunu BM Güvenlik Konseyi
’ne taşımıştır. Güvenlik konseyi 18 Kasım 1983 tarihli 541 sayılı kararında;
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ’nin ilanını hukuken geçersiz sayarak, bütün devletlerden
bu yeni cumhuriyeti tanımamalarını istemiştir.
KKTC
’nin kurulmasının ardından Kıbrıslı toplum liderleri arasında sık sık
müzakereler yapılmış, fakat hepsi sonuçsuz kalmıştır. Birleşmiş Milletler
tarafından üretilen birçok çözüm önerisi de her seferinde iki toplumdan birisi
tarafından reddedilmiştir. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti kuruluşundan itibaren
uluslararası ambargoyla karşı karşıya kalmıştır. Yeni Türk Devleti, Türkiye
dışında hiçbir devlet tarafından tanınmamakta ve ikili ilişkiler
kuramamaktadır. Kıbrıs Türk kesimine siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel alanlarda
ambargo uygulanmaktadır. Bunlardan ilki AB Adalet Divanının, 1994 yılında KKTC ’de
üretilen narenciye ve patates ürününün AB sınırları içine girişini yasaklayan
bir kararıdır.
E – 1990 SONRASI KIBRIS SORUNU
1990’da,
Kıbrıs sorununda tarafların sayısı artmıştır. 1990 ’da GKRY adanın tamamını
temsilen Avrupa Birliğine tam üyelik başvurusunda bulunması sonucu, Kıbrıs
sorununda karmaşıklık artmıştır. Rumlar, ideallerini dolaylı olarak
gerçekleştirmek için AB ’ye başvurmuştur. AB, bu başvuruyu kabul etmiştir ve
1995 ’yılında Kıbrıs ’a adaylık statüsü vermiştir. 1997 ’de ise, AB Lüksemburg
Zirvesinde, Rum tarafıyla müzakerelerin başlaması kararı alınmıştır.
Müzakereler, 31 Mart 1998 tarihinde fiilen başlamıştır. 2000 – 2001 yıllarında
Avrupa Parlamentosunda görüşülüp kabul edilen Kıbrıs Raporlarında, Kıbrıs
Cumhuriyeti ’nin (Rum tarafının) adayı bir bütün olarak temsil etme hakkına
sahip olan tek devlet olduğu kabul edilmiştir. Bu raporda ayrıca, Kıbrıs ’ın
önemli topraklarının 26 yıldır Türkiye tarafından işgal edildiği belirtilmektedir
ve Türkiye, işgalci devlet olarak isimlendirilmektedir. 1 Mayıs 2004 ’te de,
Rum tarafı “Kıbrıs Cumhuriyeti” sıfatıyla, bütün adayı temsilen AB’ye üye
olmuştur.
Oysa
Zürih, Londra ve Garanti antlaşmalarının getirdiği yükümlülüklere göre Kıbrıs
’ın, Türkiye ve Yunanistan ’ın eşzamanlı olarak birlikte üye olmadığı bir
birliğe katılması imkânsızdır.
1990
’dan sonraki dönemde de BM, çalışmalarına devam etmiştir. BM Genel Sekreteri
Butros Gali, 1992 ’de “Fikirler Dizisi” teklifini ileri sürmüştür. Buna göre
çözüm, iki tarafın siyasi eşitliğine dayanmalıydı ve bunu iki tarafın kabul etmesi
gerekiyordu. Bu teklife göre, Garanti ve İttifak Antlaşmaları geçerliliğini
koruyacaktı ve herhangi bir ülkeyle birleşme veya taksim mümkün olmayacaktı.
Ancak taraflarca kabul edilmeyen bu çözüm önerisinden de bir sonuç alınamadı.
6
Mart 1995 tarihi, gerek Türkiye, gerekse Kıbrıs için AB ile ilişkilerde bir
dönüm noktasıdır. Çünkü bu tarihte, Türkiye – AB ortaklık Konseyi toplantısında
Gümrük Birliği kararı imzalanmıştır. AB, Türkiye ’nin 1996 yılından itibaren AB
ile Gümrük Birliğine geçmesinin ön şartı olarak, Rum kesimiyle AB arasında 1996
Uluslararası Konferansının ardından başlayacak olan tam üyelik görüşmelerine
itiraz etmemesini istemiş; Türkiye, önce bu konudaki talebi sözlü olarak
onaylamış, ardından Kıbrıs konusunda resmi tutumu deklere eden bir bildirge
yayınlamıştır.
Bütün
bunlara rağmen, siyasi açıdan birçok olumsuz özellik taşıyan Gümrük Birliği
Antlaşması imzalanmıştır. Ayrıca bu antlaşmanın 16. maddesi uyarınca
Türkiye’nin 2001 yılına kadar, GKRY ile ticaret antlaşması imzalamak durumunda
olması, bir başka sakıncalı durumu ortaya çıkarmıştır. Çünkü bu antlaşmayla
Türkiye ilk defa, şimdiye kadar tanımadığı bir ülkeyi muhatap kabul etmiştir.
F – 1997 S.300 FÜZE
KRİZİ
GKRY
ve Rusya Federasyonu arasında 5 Ocak 1997’ de, GKRY topraklarına S.300
füzelerinin yerleştirilmesi konusunda bir antlaşma imzalanmıştır. 140 km
menzile sahip olan ve ABD yapımı Patriot füzelerinden daha üstün olduğu sanılan
Rus yapımı tam adıyla S.300PMU – 1 füzelerinin GKRY topraklarına
yerleştirileceği haberi üzerine, Financial Times’ da yayınlanan başlıkta,
1974’ten bu yana, hava üstünlüğüne sahip olan Türkiye’nin bu üstünlüklerinin
artık biteceği belirtiliyordu.
Nitekim
GKRY, Türk savaş uçakları ve ATACMS’ lerin (Army Tactical Missile System) de
dahil olduğu füze sistemlerine karşı, S.300 savunma sistemini satın almaya
karar verdiğini açıklamıştır.
Bu
durum karşısında, Türkiye ve KKTC, büyük tepki göstermiş ve bu tepkiyle
başlayan süreç Türkiye, KKTC, Yunanistan ve GKRY arasında bir kriz olarak
yaşanmıştır.
Türkiye,
uluslararası kamuoyunu da kullanarak GKRY üzerinde baskı kurabilmiştir. Bu
kriz, S.300 füzelerinin Kıbrıs yerine, Girit adasına yerleştirilmesi kararının
alınmasıyla sona ermiştir.
G – KIBRIS SORUNUNDA ANNAN PLANI
Yapılan
BM önerilerinin ardından artık Rum tarafı, Türk tarafıyla görüşme yapmayı reddediyordu.
Bunun üzerine BM Genel Sekreteri Annan, iki tarafın liderlerine, yüz yüze görüşme
çağrısı yaptı. Yapılan 1997 – 2000 yılları arasındaki doğrudan ve dolaylı görüşmelerden
de bir sonuç alınamadı. 2001 yılında Denktaş, Rum lider Klerides ’e bir mektup
yazarak görüşme teklifinde bulundu. Bu teklif üzerine Ocak 2002 ’de görüşmeler
başladı ve Annan tarafından hazırlanan kapsamlı çözüm planıyla görüşmeler
sonuçlandı. Annan planı, bugüne kadar ortaya konan en kapsamlı çözüm planıdır.
Bu planda, doğrudan kurulacak devletin esaslarını oluşturan kurallar ve
anayasası yer alıyordu. Kıbrıs Türk Kurucu Devleti ’nin Anayasasının 1.
maddesinde, “Kıbrıs Türk Devleti, Birleşik Kıbrıs Cumhuriyetinin, siyasi
eşitlik, iki kesimlilik ve eşit statü temeline dayalı iki Kurucu Devletinden
biridir. Kıbrıslı Türklerin ayrı kimliğini ve iki bölgeli bir ortaklık içindeki
eşit siyasi statüyü temsil eder.” ifadesi geçmektedir. Ancak bu belge, 1960
sisteminin çok gerisinde kalmaktadır. Belgenin kabulü, Rum Yönetiminin Kıbrıs
’ın meşru yönetimi olarak tanınmasına neden olacaktır, bu da Türklerin azınlık durumuna
düşmesi demektir.
Annan
Planı, temel yapısı ve felsefesi itibarıyla fiilen yıkılmış olan ve sadece GKRY
’nin temsil ettiği “Kıbrıs Cumhuriyeti ”nin devam ettiği öngörüsüyle
hazırlanmış ve meseleye hukuki bir sorun olarak yaklaşmıştır.
Annan
Planı, özünde ve ruhunda Türk tarafının beklentilerini karşılamamakta, buna
karşılık Rum – Yunan ikilisinin hedeflerini yeni bir hukuki ve siyasi zemine
oturtmaktadır. Annan Planında, Türk tarafı için vazgeçilmez ve varlık temeli
olan egemenlik hakkı kabul edilmemiştir. Annan Belgesi ’nin dayandırıldığı söz
konusu anlayışın temelinde BM Güvenlik Konseyi ’nin 4 Mart 1964 tarihli 186
sayılı kararı vardır. Annan Planında yetki paylaşımıyla ilgili düzenlemeler,
“basit federal sisteme” dayalı bir federal yapı oluşturulmasını öngörmektedir.
Özellikle alt ve üst meclislerden oluşan yasama organı bu anlayışı açıkça
ortaya koymaktadır. Yetkilerin toplandığı alt mecliste nüfus esasına dayalı
oluşum sonucu basit çoğunlukla alınacak kararlar Rumların ağırlığını ve
hâkimiyetini getirmektedir.
Planda
önemli olan bir nokta da Kıbrıs Türklerinin statüsünün açıklığa kavuşturulmamış
olmasıdır. Annan Planında ortaya konan bu yaklaşım ile Kıbrıs Türk Halkı, halk
olmanın kendisine sağladığı imtiyazları ve hakları kaybetmektedir. Annan Planında,
Türk tarafının hayati önem verdiği ve olmazsa olmazları arasında yer alan iki
kesimlilik ortadan kaldırılmaktadır. Böylece Planda, Zürih, Londra ve Lefkoşa
Antlaşmaları ’nın kurduğu yapı ve iki toplumun varlığı reddedilmiş olmaktadır.
Ayrıca planda öngörülen mülkiyet düzenlemesi ve AB normları ile ilgili yaklaşımlar,
Kıbrıs Türk Devleti ’ne bırakılacak bölgeye, belirlenen süreler içinde ve oranlarda
yerleştirilecek önemli sayıdaki Rum nüfusu ve toprak tavizleri gibi hususların
düzenleniş biçimi, iki kesimliliği ortadan kaldırmasının yanı sıra Kıbrıs Türk
halkının önemli bir bölümünü göçe zorlamaktadır.
11
Kasım 2002, 10 Aralık 2002, 26 Şubat
2003, 29 Mart 2004 ve 31 Mart 2004 ’te
beş kez değişikliğe uğrayan Annan Planı, 24 Nisan 2004 ’te adanın her iki
tarafında ayrı ayrı referanduma sunulmuştur. Kıbrıslı Türklerin %64,9 ’u evet,
Rumların %75,8 ’i hayır oyu kullanmıştır, bu yüzden plan hukuken geçersiz hale
gelmiş ve uygulanamamıştır. Bu sonuç, Rum yönetiminin adanın kuzeyini temsil
edemeyeceğini ortaya koymuş ve Türklere yöneltilen “uzlaşmaz, çözüm istemez”
suçlamalarını da ortadan kaldırmıştır. Ayrıca Türk tarafı “evet” oyu verdiği
halde cezalandırılan taraf olmuştur ve “hayır” oyuna rağmen Rumlar, 1 Mayıs
2004 ’te bütün adayı temsilen AB ’ye üye olmuş, hedeflerine ulaşmıştır.
SONUÇ
Bu
çalışmada “Kıbrıs sorununu” 1974 ’ten başlayıp ele alarak inceleme gayretinde
bulunduk. Konuyla alakalı olarak bazı değerlendirmelerde bulunmamız gerekirse; Kıbrıs
adası coğrafi konumu itibarıyla Doğu Akdeniz’in merkezi bir yerinde bulunmakta ve
bu konumu ile bölgeyi kontrol altında tutmakta etkili olmaktadır. Kıbrıs Adasının
jeopolitik ve jeostratejik değeri, Ortadoğu ve Doğu Akdeniz ’in kontrol
edilmesinde oynadığı rolden ileri gelmektedir. Adanın stratejik değeri
özellikle deniz ticaret yolları ile başlıca hava yollarından biri üzerinde
bulunması ile artmakta ve doğu ile batı arası menfaat çatışmalarına sahne
olmaktadır. Ada, bütün Ortadoğu ülkelerini kontrol eden “Batmayan bir uçak
gemisi” durumundadır.
Türkiye’nin
güneyden emniyetini sağlayan Kıbrıs ’ın jeostratejik önemi artmıştır ve artmaya
devam etmektedir. Hem Türkiye’nin güney emniyetinin sağlanması, hem de
Kıbrıs’ta yaşayan Türk toplumunun güvenliğinin sağlanabilmesi için Kıbrıs ’ın
düşman bir devletin eline geçmesi mutlaka önlenmelidir. Bu bakımdan Kıbrıs
sorununun çözülmesi yönünde yapılan baskılara her ne pahasına olursa olsun
karşı koyulmalıdır. Bulunabilecek bir çözüm şeklinde sadece Kuzey Kıbrıs ’ın
yarı bağımsız veya tam bağımsız olması yeterli görülmemelidir. Türkiye’nin
çıkarları Kıbrıs ’ın tamamının güvenlik altında bulundurulmasını
gerektirmektedir.
Kıbrıs’ın
tamamının statüsünde söz sahibi olunarak, Kıbrıs’ın güneyinin düşmanca amaçlar için
kullanılmasına mutlaka engel olunmalıdır. Türkiye’nin garantörlük hakkından ve
Kıbrıs’ta olumsuz yöndeki gelişmeleri önleyecek ve/veya caydıracak silahlı güç
bulundurmaktan asla vazgeçilmemelidir.
Sonuç
olarak da şunu söyleyebiliriz ki; Kıbrıs ’ta asıl mesele, iki halkın zorla bir
araya getirilerek veya oldubitti bir yöntemle bir devlet kurulması değil, iki
toplumun uyum içinde birlikte yaşayabilecekleri bir ortamın yaratılamamasıdır.
Bu ise Türk – Yunan devletlerinin çıkarları ve tarihsel düşmanlığı bir yana
bırakıp, gerçek bir yakınlaşma çabasına girmeleriyle mümkün olabilir.
Murat ERDİNÇ
Niğde Üniversitesi
Murat ERDİNÇ
Niğde Üniversitesi
Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler
KAYNAKÇA
·
ÖZAKMAN Turgut, Çılgın Türkler Kıbrıs,
Bilgi Yayınevi – 2012.
·
ÇAKMAK Haydar, Türk Dış Politikasında 41
Kriz 1924 – 2012, Kripto Yayınevi – 2012.
·
BÜYÜK LAROUSSE ANSİKLOPEDİSİ – 13.cilt –
İSTANBUL (1986).
·
ANA BRITANNICA ANSİKLOPEDİSİ – 13. Cilt
– İSTANBUL (1990).
·
Arş. Gör.
Müge Vatansever – Kıbrıs Sorununun Tarihsel Gelişimi - http://web.deu.edu.tr/hukuk/dergiler/dergimiz-12-ozel/3-kamu/9-mugevatansever.pdf
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder