9 Ekim 2014 Perşembe


Kazakistan Vizesine Başvuru Sürecim… (Kazakistan Vizesine Nasıl Başvurulabilir? )

            Kazakistan turistik amaçlı seyahatler için 30 gün boyunca vize istemiyor. Fakat Kazakistan’a eğitim amaçlı gitmek istiyorsanız, yurtta kalacağınız ve bunun içinde oturma izni gerektiği için vize başvurusunda bulunmanız gerekmektedir. Vizeye başvuru yapabilmeniz için,
1.     Kazakistan Dış İşleri Bakanlığından onaylı davetiye (vize başvuru numarası): Sevgili okuyucular bu, taranmış bir belge veya posta ile basılı olarak gönderilecek bir davet kartı değildir. Kazakistan’da eğitim göreceğiniz üniversitenin sizin adınıza, Kazakistan Dış İşleri bakanlığına başvurarak alınması gereken bir numaradır. Koordinatörünüze, taranmış pasaportunuzu mail olarak göndererek sizin adınıza başvuru yapmanızı sağlayabilirsiniz.
2.     Vize Başvuru Formu: Bu belgeye, başvuru yapmış olduğunuz konsolosluk veya büyükelçilik departmanından ulaşabilirsiniz. Pasaport bilgilerinizi, kimlik bilgilerinizi, ikametgah ve Kazakistan’daki eğitim göreceğiniz yer ile alakalı bilgileri sorgulayan bir formdur.     http://www.kazakhstan.org.tr/index.asp?sayfa=39
Bu iki nesneye ulaştığınızda ve formu doldurduğunuzda vize departmanı, kontrol edildikten sonra size vizenizi verecektir.
Buraya kadar yazmış olduğum şeyler; bu işin teorik kısmıdır. Benim vize başvuru sürecimde ise; YÖK’ün Mevlana Öğrenci Değişim Programı sonuçlarını geç açıklaması yüzünden (Sınav yapılış tarihi 24.04.2014 / Kesin Sonuç Açıklama 26.08.2014) pasaporta başvurum geciktiği için, taranmış pasaportumu geç gönderdim. Fakat 1 Ekim’e kadar Kazakistan’da olacağımı umut ediyordum. 1 Ekim’e kaç gün mü var, 25 gün.. 25 gün içerisinde davetiye numarası çıkar, gidip vize başvurumu yaparım, 29 Eylül gibi de Kazakistan’da olurum diye planlamaktaydım.
 Fakat nedenini bilemediğim bir şekilde, 25 gün geçti, davet numarası falan ortalıkta yok. Koordinatöre attığım maillerden hep olumsuz sonuç çıkıyor..  Sevgili arkadaşlar lafı fazla uzatmayayım (açıklayamayacağım şeyler de var), 1 ay sonunda çıktı bu numara. Sonrasında da, trafik şubede görev yapan kuzenim, çekici ile gelip özel şoförüm oldu ve İstanbul Kazakistan Başkonsolosluğu’na gidip vize başvurumu gerçekleştirdim. Yaklaşık 10 dakika da vizemi aynı gün aldım. (Büyükelçilik ve konsolosluk sadece sabah 9 ve 12 arasında vize başvurusu kabul ediyorlar. Buna dikkat ediniz.
Sonuç olarak; bu da böyle bir anımdır.

           

                                                                                              Murat ERDİNÇ
                                                                                             Niğde Üniversitesi
                                                                              Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler



3 Ekim 2014 Cuma







KIBRIS MESELESİNE BİR BAKIŞ..


Giriş:
Türk ulusu insanlık tarihi içerisinde önemli tarihsel olayları gerçekleştirmiş bir ulustur. Türk siyasi tarihinde, şüphesiz ki; Kıbrıs sorununun önemi de göz ardı edilemez. Bu makalede Kıbrıs sorununun tarihsel değerlendirmesi 1974 Kıbrıs Barış Harekatı ‘ndan itibaren ele alınarak, 2004 ’te Rum yönetiminin, dolayısıyla “Kıbrıs Cumhuriyeti” nin, AB ‘ye üye olmasıyla sonuçlanan sürece kadar incelenecektir.
A – Kıbrıs Barış Harekatı
1-     Harekata Nasıl Gelindi ?
Kıbrıs, 1914 –1960 yılları arasında İngiltere egemenliğinde kalmıştır. Her iki toplumun giderek artan baskısı sonucunda İngiltere, 1960 ‘ta Kıbrıs’ta bağımsız bir cumhuriyetin kurulmasına razı olmuştur. Zürih ve Londra’da yapılan garanti ve ittifak antlaşmaları ile 15 Ağustos 1960’da kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü, bir başka devlete bırakmama garantisini her üç devlet (Türkiye, İngiltere, Yunanistan) onaylamışlardır.
Ancak, beklenen barış ortamı sağlanamamış, hakların eşitliğine dayanan iki toplumlu Cumhuriyeti, Rum idaresi kabullenememiştir. Makarios, 22 Aralık 1963’te Garanti
antlaşmasını iptal ettiklerini dünyaya ilan etmiştir. Özellikle 1963’te başlayarak, 1974 yılına kadar Kıbrıs’ta 100’den fazla Türk köyü yakılmış; 27.000 Türk göç etmek, evlerini terk etmek mecburiyetinde bırakılmış, binlerce Türk yaralanmış ve öldürülmüştür. Yaşlı, genç, çocuk demeden yüzlerce masum Türk insanı katledilmiştir. Gelişen bu durum karşısında Türkiye 13 Şubat 1964’te BM Güvenlik Konseyi’ne başvurur. BM, Ada’ya Barış Gücü göndermeyi kararlaştırır. 21 Aralık 1963’te başlayan Rum saldırılarının BM Barış Gücü’nün varlığına rağmen kesilmemesi üzerine, Kıbrıs’a ilk olarak 7 Haziran 1964 günü müdahale kararı alınır.
Ancak, bu müdahaleden iki gün önce, ABD Başkanı Johnson’un meşhur mektubu gelir. Bu mektupta Johnson, ABD yapımı silahların Kıbrıs’a yapılacak müdahalede kullanılamayacağını, Kıbrıs’a yapılacak müdahalenin Yunanistan’ın yanı sıra gerekirse ABD tarafından da önlenebileceğini ima eder. Bunun üzerine Türkiye, geri adım atmak mecburiyetinde kalmıştır.
Kıbrıs sorununun çözümü için 1965 yılı mayıs ayından itibaren Türkiye ile Yunanistan arasında başlayan ikili görüşmeler, 15 Kasım 1967’de Rumların Boğaziçi ve Geçitkale köylerine saldırmalarına kadar devam etmiştir. Grivas liderliğindeki bu Rum-Yunan
saldırısı sonucu 28 Türk hayatını kaybetmiştir. Türkiye, saldırıların hemen sonlandırılmasını, işgal edilen köylerin derhal boşaltılmasını istemiştir. Diğer yandan, TBMM ’nce 17 Kasım 1967’de gerekirse Yunanistan ile savaşa gidileceği kararı alınmıştır.
ABD tekrar devreye girerek, müdahaleyi önlemek ister. NATO’yu devreye sokar. Türkiye, müdahaleden vazgeçerek bazı isteklerini kabul ettirir. Türklerin çoğunlukta bulundukları bölgelerde “Geçici Türk Yönetimi” kurulur. Sayıları 20 bin kadar olan Yunan askerlerinin bir bölümü adadan ayrılır. Rum – Yunan kuşatma barikatları kaldırılır. 1967 yılında Türkiye’nin baskısıyla adayı terk eden Yunan EOKA Tedhiş örgütü Başkanı Grivas, 1971 Ekiminde adaya döner. Amaç, Enosis ’i (Kıbrıs’ın Yunanistan’a İltihakı) gerçekleştirebilmektir. Ancak, Makarios buna karşıdır. O, Kıbrıs Rumlarının seçimle başa geçirdikleri cumhurbaşkanıdır. Enosis sonrası Yunanistan’ın, bir valisi durumuna düşmek istememektedir. Bu durum üzerine Yunanistan, Makarios ’un öldürülmesi pahasına da olsa bir darbe yapılmasını ve Yunanistan yanlısı bir yönetimin iş başına getirilmesini kararlaştırır. 15 Temmuz 1974 sabahı RMMO (Rum Milli Muhafız Ordusu)’na ait üç tank başkanlık sarayına saldırır, kritik yerler işgal edilir, darbe başarıyla tamamlanır. Ancak, Makarios Ada’dan kaçmayı başarmıştır.
Gelişen bu durum karşısında adadaki Türk cemaati lideri Rauf Denktaş, Türkiye’nin bir oldubitti müdahalesi yapmasını talep eder. Türkiye uluslararası antlaşmaların kendisine verdiği hakka dayanarak, 20 Temmuz 1974 tarihinde Kara, Deniz ve Hava kuvvetleriyle Kıbrıs’ta bir harekât başlatır.
Kıbrıs Barış Harekâtı kaçınılmaz bir müdahaledir. Bu harekât yalnızca Türkiye’nin milli menfaatleri ve stratejik avantajları için değil, kendisinden yıllardır kurtarıcı olarak yardım bekleyen Türkler için bir el uzatma, Türkiye’nin kendine olan özgüveninin kazanılması ya da kanıtlanmasına en güzel örnek olarak da tanımlanabilir.
            2 – Harekatın Genel Planı
            Girne batısından Çıkartma Birlikleri Komutanlığınca  uygun görülecek plaja denizden çıkılacak; Komando Tugayı ve Paraşüt Tugayının atlama eğitimi görmemiş taburları helikopterlerle 20 Temmuz 1974 sabahı saat 07.00’den itibaren üç aşamadan oluşacak şekilde havadan indirilecekti. İndirme bölgesi Kırnı çevresiydi.
Paraşüt Tugayı da, Gönyeli bölgesine indirilecek, Köprübaşı ve Havabaşı sağlandıktan sonra çıkarma birliklerinin arkasından çıkarılacak 39. Tümen’in kalanıyla erken birleşmeye gidilecekti.
2.a – Harekat Planı     
Bütün savaşlar çok zordur, fakat amfibi harekâtlar (Denizaşırı) tüm uzmanlara göre olanaksız gibi bir şeydir. Çünkü amfibi harekâtı havadan indirmeyle, denizden çıkarmanın birleşmek zorunda olduğu bir üçlü harekâttır. Yani deniz – hava – kara kuvvetlerinin çok iyi bir biçimde işbirliği yapması gerekir.
17 Temmuz 1974 günü yapılan MGK toplantısında harekâtın yapılacağı gün kesinleşmişti. Bu toplantıda başbakan Bülent Ecevit her üç kuvvet komutanına da “Ayın 20 sine hazır mısınız?” diye sordu. Hava K.K. ve Deniz K.K. hazır olabileceklerini ifade ederlerken Kara K.K. ise 20 gün zamana ihtiyaçları olduğunu söyledi. Başbakan Ecevit, bu zamanı veremeyeceklerini, hızlı olmaları gerektiğini söyledi. Yapılan istişareler sonucunda operasyon günü olarak 20 Temmuz 1974 tarihi belirlendi. Harekât merkezi olarak ise Adana seçildi.
II. Taktik Hava Kuvvet Komutanı Tümgeneral Hulusi Kaymaklı, tatili yarıda kesilerek
Ankara’ya getirildi; durum kendisine anlatıldı. MGK toplantısında, havacıların 18 Temmuz 1974 günü Adana’da, Harekât Merkezinde olmaları kararlaştırıldı. Tümgeneral Kaymaklı ve Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Eşref Akıncı bir C – 47 nakliye uçağı ile 18 Temmuz 1974 tarihinde Adana’ya (İncirlik) indiler. İntikal edecek komutanlar da İncirlik’e çağrıldı.
Kıbrıs’ta bulunan piyade alayında temmuz ayı içerisinde haftada bir gün istihbarat toplantısı yapılmaktaydı. Bu toplantılarda son zamanlarda gelişen siyasi olaylar ve artan gerginlik hakkında bilgi verilirdi. Bu toplantıların sonunda yapılan değerlendirmelerde savaş olmasının uzak bir ihtimal olduğu kanısına varılırdı. Genel kanı; savaşı gerektirecek bir olay olsa dahi Türk ve Yunan hükümetleri arasında notalar gidip gelir ve bir savaşın çıkmasına izin verilmez doğrultusundaydı.
Kıbrıs Rum bölgesinde darbe olduğu öğrenildiğinde Türk alayında gerginlik arttı. Bekleme dönemi başladı. Bölük komutanları, Türk Barış Kuvvetlerinin bir harekât yapacağını 19 Temmuz 1974 günü akşamı saat 21.30 sularında, takım komutanları da saat 24.00 sularında öğrendiler. Takım komutanları, 19 Temmuz’la 20 Temmuz arasında boş durmamış, BM Barış Gücünden gizleyerek, çevreden buldukları malzemelerle mevzileri sağlamlaştırdılar. 20 Temmuz 1974 sabahı üçlü (deniz-hava-kara işbirliği) bir harekâtın başlayacağı ve radyoların açık bırakılması emredildi. Görev ve sorumlulukları ne olursa olsun öncelikli olarak hava indirme sahası savunulacaktı.
1974 yılında 2. Ordu Komutanı Orgeneral Suat Aktulga ’nın emrinde bulunan birlikler şunlardı: Kıbrıs Barış Kuvvetleri, Komando Tugayı, Paraşüt Tugayı ve savaş durumunda 28. Tümen de emrine girecekti.
19 Temmuz sabahı Çıkartma Birlikleri tamamen binmiş olarak beklerken, Birlik Komutanı Tuğamiral Emin Göksan ’ın karargâhında hareket emri bekleniyordu. Bu emir saat 11.00’de geldi. 36 parça armada Mersin limanını terk etmeye hazırlandı. Bu sırada 2. Ordu Komutanı Orgeneral Suat Aktulga da bu karargâhtaydı. Cumhuriyet tarihimizde ilk
kez savaşa giden donanmamıza ait gemilerimiz verilen emirle ilerlemeye geçtiler. Ama
kısa bir süre sonra, telsiz ile “Limandan çıkmayınız... Geri dönüyoruz” emri verildi. Bu emir yalnızca muhriplere verildi, çünkü öteki gemiler limandan henüz ayrılmamışlardı. Gerçi yükleme de zamanında yapılamamıştı. Çıkartma gemileri yeniden limana bağlandı. Birliklerin beklemesi devam ediyordu. Bu bekleyiş personelin sinirlerini iyice gerginleştirdi. Daha önceki çıkarma girişimlerimizde, yoldan geri çevriliş anında intihara kalkışan subayları anımsayanlar bir anda ürperdiler. Bu bekleyiş saat 11.15’e kadar devam etti, nihayet harekâtın başlaması için Çıkartma Birlik Komutanı emir verdi.
Sancak gemisi TCG Ertuğrul, halatları fora etmişken Vali ve Diyanet İşleri Bakanı gemiye geldi. Çıkartma Birlikleri Komutanı Amiral Emin Göksan ’dan izin alıp çıktılar. Personele içten, son derece etkili bir konuşma yaparak, gemiden ayrıldılar. 11.30’dan itibaren ilerleyiş başladı. TCG Ertuğrul, muhrip, avcıbot ve çıkarma gemileri dalgakırandan çıktılar. Kıyıya toplanmış mahşeri kalabalık, Donanma ve Birliklerimizi büyük bir coşkuyla uğurluyorlardı. TCG Ertuğrul, marşlarla inliyordu. Asker sanki savaşa gitmiyor da eğlenceye gidiyor gibiydi. 12.00’da Truva gemisiyle birlikte hareket eden boş altı ticaret gemimiz de aldatma seyrine başladı. Bu ticaret gemilerinden oluşturulan konvoyun rotası Magosa idi. 14.30’da muhriplerimiz de ileri harekâta geçtiler.
Komutanların kafalarında birçok sorular ve sorunlar bulunmakla birlikte son başarının
bizim olacağını biliyor ve inançlarını hiç yitirmiyorlardı. 50. Piyade Alay Muharebe Grubuna
çok güveniyorlardı. Bu Alay, herhangi bir savaşa girmemiş olmakla birlikte iyi eğitilmiş,
disiplinli bir birlikti. Alay Komutanı Albay İbrahim Karaoğlanoğlu her zaman, Çıkartma
Birlikleri Komutanı Amiral Göksan ’a; “Komutanım, biz bir kere Kıbrıs kıyılarına ayak
basalım... Düşman dağılır kaçar” diyordu.
Bütün komutanlar böyle umuyordu. Düşmanı hazırlıksız yakalıyorduk. Taktik alanda
bir baskın yapılacağı belliydi. Özellikle Girne bölgesi bizim için elverişli koşullar ve
olanaklar sunuyordu. Bir kez Girne boğazı “Dar Boğaz” düşürülünce, çıkarma ve indirme
birliklerimizin birleşmesi kolaylaşacaktı.
            3 - Kıbrıs Barış Harekatı :
            19 Temmuz’u 20 Temmuz’a bağlayan gece Ankara, hareketli müzakerelere sahne
oldu. A.B.D. Ankara Büyükelçisi Macomber ve Joseph Sisco Ecevit’i müdahaleden vazgeçirmeye çalışıyorlardı.
Fakat Ecevit’in kararı kesindi. Türkiye 10 yıl önce böyle bir harekâttan yine Amerikan
baskısı ile vazgeçmiş ve bu Kıbrıs Türk’ü için bir felaket olmuştu. Türkiye savaş istemiyordu fakat Kıbrıs’a müdahale etti diye Yunanistan bir çılgınlığa girişirse elbette ki karşılık vermek zorunda kalacaktı. Sisco sonunda boş yere uğraştığını anladı ve uçakla Türkiye’den ayrıldı. Harekât başlarken Ankara’da bulunmak istemiyordu. Türk havaalanları Sisco ’nun ayrılışından hemen sonra trafiğe kapandı.
Cumhurbaşkanı yardımcısı ve KTY Yürütme Kurulu Başkanı Rauf Raif Denktaş, Bayrak Radyosu’nda yaptığı konuşmada; 1960 anlaşmalarına dayanarak, Kıbrıs’ın bağımsızlığını, bütünlüğünü korumak için, Türk Silahlı Kuvvetlerinin, adanın her tarafında denizden ve havadan çıkarma yaptığını, bunun bir “Polis Harekâtı” olduğunu açıklıyordu. Denktaş, mücahitlere; Rumlara hiçbir şekilde ateş açmamalarını, halka da evlerinden çıkmamalarını ve çocuklarını zemin ve bodrumlarda emniyete almalarını öğütlüyordu. Denktaş ’ın konuşması, Bayrak Radyosu’nun Rumca yayınlarında da belirli aralıklarla verilmekteydi. Bir ara saat 05.50’de Lefkoşa ’da kısa aralıklarla duyulan silah seslerinden sonra şehirde yine sükûnet başlamıştı. Türk Silahlı Kuvvetlerinin harekâtının başlamasından bir saat kadar sonra, saat 06.00’da Rum Radyosu “Kilise İlahisi” ile yayına başladı. Ayinden hemen sonra Rum Radyosu “Genel Seferberlik” ilan edildiğini bildirerek, eli silah tutan tüm Rumları silah altına çağırıyordu. Radyo ayrıca Rumlara ait araç ve hayvanların RMMO’na teslim edilmesini bildirmişti. Rum hapishanelerindeki tutuklu ve mahkûmlar serbest bırakılmışlardı. Rum radyosu onların da savaşa katılacaklarını duyuruyordu. Saat 06.00 sıralarında Bayrak Radyosu, Başbakan Bülent Ecevit’in çıkarma ile ilgili ilk konuşmasını yayınlamaya başlamıştı. Ecevit, “diplomatik kanallardan, bütün barış yollarını denedikten sonra, çıkarmanın yapıldığını” söylüyordu. Başbakan kan dökülmemesi için Rumların Türk Silahlı Kuvvetlerine karşı durmamalarını tavsiye ediyordu.
06.50’de Limasol ’dan telefonla alınan haberlere göre, Limasol ’da Rumlar, Kıbrıs ve
Yunan Bayraklarını indirmişlerdi. Birçok Rum evlerine Türk Bayrağı asılmakta olduğu
bildiriliyordu. Saat 07.20’de Kırnı ’da ki Rum birlikleri, karargâh damlarına ve Karargâh
gönderine “Beyaz Bayrak” çekmişti, Girne Bölgesindeki bazı RMMO birlikleri de teslim
olmak için müracaat ediyorlardı.
Saat 09.00 sıralarında, RMMO Komutanı Tuğgeneral Mihail Georgitis, radyoda
açıklanan demecinde, “Türk mücahitler ateş keserlerse kendilerinin de keseceklerini, aksi
takdirde, Türk kesimlerine saldırıya geçeceklerini” sert bir dille ilan ediyor, tehditler
savuruyordu.
Wolseley Barnadas’da bulunan Barış Gücüne bağlı Mayfield kuvvetleri, Türk
mücahitlerinin destekleme atışı altında Lefkoşa Türk bölgesine sığınmışlardı. Bu durum da
göstermekte idi ki, Barış Gücü, Rum askerlerinin amansız davranışları sonucunda kaçacak yer
aramaktaydı.
Sabahın ilk saatlerinde, Lefkoşa Türk hastanesine bir havan mermisi düşmüş fakat
ölen olmamıştı. Rumlar, devamlı meskûn bölgelere ateş ediyorlardı. Bu arada, Lefkoşa ’nın merkezindeki Türkiye Kızılay Demeği ilk yardım hastanesi ile Kızılay Kan Merkezinin bazı bölümleri ateş altında kalmış, ancak insanca zayiat olmamıştı. Saat 09.55’te, Kıbrıs Rum Dışişleri Bakanı, B.M. Güvenlik Konseyi’nin olağanüstü toplanmasını istemişti. Saat 10.10’da, Rum yedek polis kuvvetleri, Radyo ile göreve çağrılmıştı. Bu arada, yedek polis komutanı Pandelakis Pandeziz ’in 366. piyade taburu komutanlığına getirildiğini Rum radyosu açıkladı. Türk hava indirmesi ile deniz çıkartması karşısında paniğe kapılan Rum
subay ve askerlerinin morallerini yükseltmek için, radyo yalan ve anlamsız yayınlar yapmaya
başlamıştı.
20 Temmuz günü Ankara sakindi. Hiç kimse Türk silahlı kuvvetlerinin gücünden
endişe etmiyordu. Hükümetin tek endişesi Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin vakitsiz
bir ateşkes kararı almasıydı. Türk halkı harekâtı Başbakan Bülent Ecevit’in demeçlerinden
öğrenmişti.
TRT’nin yayınladığı bir demecinde Ecevit şöyle diyordu:
“Bu harekât milletimize, bütün Kıbrıslılara ve insanlığa hayırlı olsun. Umarım ki,
kuvvetlerimize ateş edilmez ve kanlı bir çatışmaya yol açılmaz. Biz aslında savaş için değil,
Türklere de Rumlara da barış getirmek için adaya gidiyoruz. Bu karara, ancak bütün
diplomatik, politik yolları denedikten sonra mecbur kalarak vardık. Bütün memleketlere, bu
arada son zamanlarda yakın istişarelerde bulunduğumuz dost ve müttefiklerimiz Birleşik
Amerika’ya ve İngiltere’ye, meselenin müdahalesiz halledilebilmesi, diplomatik yollardan
halledilebilmesi yönünde gösterdikleri iyi niyetli çabalar için şükranlarımı belirtmeyi borç
bilirim. Eğer bu çabalar sonuç vermediyse, sorumlusu bu iyi niyetli gayretleri gösteren
devletler değildir.
Tekrar bu harekâtın insanlığa, milletime ve bütün Kıbrıslılara hayırlı olmasını dilerim. Allah’ın milletimizi ve bütün insanlığı felaketlerden korumasını dilerim.”
Başbakan Yardımcısı Necmettin Erbakan ise şöyle diyordu:
“Mukavemet görmez isek, herhangi bir kan dökülmesi olmayacaktır. Kıbrıs’ta, Dünya
sulhunun teminine yardımcı bir hareket olacaktır. Cenab ’ı Hak, bu hareketten dolayı,
milletimize ve bütün insanlığa hayırlı neticeler versin. Tarihi görevimizi ifa etmenin
bahtiyarlığı içerisindeyiz.”
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Semih Sancar da mesajında şöyle diyordu:
“Şanlı Türk Silahlı Kuvvetleri ve Ulusu Mesajımın yayınlandığı şu anda, kahraman Türk Silahlı Kuvvetleri, milletinin emrinde ve O’nun yüce varlığından aldığı güçle, devletlerarası andlaşmaların kendisine tanıdığı haklara dayanarak, Kıbrıs’ta ve bölgede barışı sağlamak, yavru vatanda yaşayan ırkdaşlarımızın güvenliğini sağlamak maksadıyla birleşik bir harekâtta bulunmaktadır. Türk’ün kahramanlığını ve barışseverliğini bir kere daha cihana ispat eden Silahlı Kuvvetlerimiz, bu hareketimizde, şanlı tarihimize ve insanlığa unutulmayacak bir sayfa açmaktadır. Kahraman Türk milletinin yıllarca bu barışı gerçekleştirmek yönünden gösterdiği metanet de ayrı bir övgüdür.
Yüce Türk ulusu zafer haberlerinizi tarihimiz ve ulu atamıza layık olacağınıza inancım sonsuzdur.”
               Türk birlikleri 22 Temmuz’da Girne’yi ele geçirmiş, ancak aynı akşam BM Güvenlik Konseyi ’nin 353 sayılı ateşkes kararı üzerine, adada ilerleyişini durdurmuştur. Bu süre içinde Girne – Lefkoşa hattı birleştirilmiştir.
Bu müdahalenin ardından, Yunan cuntası ve Sampson yönetimi sona ermiş, yerine Klerides geçmiştir. Adada Türk halkına karşı acımasız bir kıyım söz konusu olduğu için, Türkiye’nin adaya müdahalesi tamamen savunma ve barış için gerçekleştirilmiştir.
Yunanistan yönetimi, Türkiye ’ye savaş ilan etmek ve Türk kuvvetleri ile Kıbrıs ’ta ve mecburiyet olursa başka cephelerde de karşılaşmak istemiştir. Lakin Atina ’da toplanan Savaş Konseyi ’nde ordu komutanları, uzak bir mesafede olan Kıbrıs ’ta savaş yapmak için Yunan Silahlı Kuvvetlerinin yeterli hazırlığı bulunmadığı ve aynı zamanda da açıkta kalan Ege Adalarını savunmanın mümkün olmayacağını bildirdikleri için Kıbrıs’ta ateşkesi kabul etmişlerdir ve ertesi gün de Yunanistan NATO ’nun askeri kanadından çıkmıştır.
3 . a Birinci Cenevre Görüşmesi :
            22 Temmuz 1974 saat 17.00’de yürürlüğe giren ateşkesin hemen arkasından, barışın sağlanabilmesi amacıyla üçlü görüşmelerin hazırlıklarına başlanmıştı. Birinci Barış
Harekâtı, yalnızca Kıbrıs’ta Cunta uzantısı Nikos Sampson darbesini ortadan kaldırmakla kalmadı, Yunanistan’da da politik değişikliklere yol açtı. 23 Temmuz’da askeri cunta yerini sivil hükümete devrediyordu. Yunanistan’daki bu değişikliğin ardından cunta yanlısı Nikos Sampson ortadan kayboluyordu. Kıbrıs Rum Kesimi ‘ni Glafkos Klerides temsil edecekti.
Kıbrıs’ta sürekli bir barışın yeniden kurulmasını amaçlayan üçlü görüşmeler, 25 Temmuz’da Cenevre’de başladı. Üç garantör ülkenin dışişleri bakanlarının görüşmelerinde, Türkiye’yi dönemin dış işleri bakanı Turan Güneş, İngiltere’yi James Callaghan, Yunanistan’ı ise Yorgo Mavros temsil ediyordu. Bu görüşmede Türkiye, Türklerin güvenliğinin Türk polisi tarafından güvence altına alınması; Türk askerlerinin geri dönüşü için baskı yapılmaması; Rauf Denktaş ’ın Başkan Yardımcılığı görevine hemen başlaması; her iki toplumun geçici olarak otonom yönetim ile yönetilmesi üzerinde durulmuştur. Türkiye, görüşmelere götürdüğü koşullardan ödün vermeden sürdürdüğü görüşmelerin sonucunda, Birinci Barış Harekâtı ’nın yasal temellerini, burada imzalanan antlaşmayla da pekiştirmiştir. Cenevre’deki birinci görüşmeler 25-30 Temmuz tarihleri arasında altı gün sürmüştür. Bu görüşmelerde A.B.D, Sovyetler Birliği ve B.M. gözlemci bulundurmuşlardır. İlk görüşmeler, bir hafta sonra yeniden başlamasına karar verilerek dağılmıştır.
            3 . b İkinci Cenevre Görüşmesi :
            Birinci Cenevre görüşmeleri sonunda, ikinci görüşmelerin 8 Ağustosta başlamasına karar verilmişti. Birinci Cenevre görüşmeleri sonunda Türkiye, askeri başarısının yanında siyasi olarak da başarı kazanmış istekleri onaylanmıştı. İkinci kez başlayan görüşmelere Kıbrıs Rum ve Kıbrıs Türk temsilcilerin de katılmasıyla görüşme tarafları beşe çıkmış oluyordu. Tartışmalar çok şiddetli geçti.
Türk tarafının tezi, “Kıbrıs’ın bağımsızlığının ve Kıbrıs Türklerinin güvenliğinin sağlanmasının şartı; coğrafi esasa dayanan ikili otonom idare olmalıdır.” biçimindeydi. Türk temsilciler görüşmelerin hemen başında, Birinci Cenevre Antlaşmasının uygulanmasını; bir gün içerisinde tüm Türk köylerinin boşaltılmasını istemişlerdir. Bu köyler Yunan ve Rum askerleri tarafından işgal edilmişti. Bölgeye barışın gelmesi ve anayasal düzenin kurulması için başlatılan görüşmeler 6 gün sürdü. Ancak, Rum ve Yunan delegelerin olumsuz ve uzlaşmaz tutumları görüşmeleri çıkmaza götürdü. Aslında Rumların görüşmeleri çıkmaza sokacakları baştan belliydi. Çünkü Birinci Cenevre anlaşmasını imzalamalarına karşın, yerine getirmeyi onayladıkları hükümleri yerine getirmemişlerdi. Daha önce Türklere ait olan ve Rumlar tarafından işgal edilen Türk yerleşim bölgeleri boşaltılmamış ve Barış gücüne teslim edilmemişti. Karma köylerden de Rum Milli Muhafız Ordusu çekilmemişti. Üstüne üstlük Türk bölgelerine saldırıları arttırmışlardı.
Evdim ve Limasol ’da Türk evleri yakılıp yıkılmış özellikle de Limasol bölgesinde toplu katliamlar yapılmıştır. Bütün bunların yanında propagandalarla dünyayı Türkiye aleyhine döndürmeye çalışmışlardır. İkinci Cenevre görüşmelerinin bekleneni vermeyeceğini gören Türk Hükümet yetkilileri, dış işleri bakanı Turan Güneş’e, olumlu sonuç alınamadığını ve ikinci Barış Harekâtının başlatılmasını “Ayşe[1] tatile çıksın !” sözleriyle Cenevre’ye bildiriyordu. Görüşmelerin 13 Ağustos sabahı sona ermesiyle beraber 14 Ağustos 1974 sabahı 15.30’da Türk birlikleri Doğu’da Magosa’ya, Batı’da Lefke ’ye doğru iki koldan saldırıya geçtiler.
4 - İkinci Operasyon “Attila Hattı - Şahin Hattı” :
            8-12 Ağustos 1974 ’te, adada düzenin sağlanması amacıyla toplanmış olan 2. Cenevre Konferansı ’ndan bir sonuç çıkmaması üzerine, Türkiye, 14 Ağustos 1974’te Kıbrıs ’a ikinci kez askeri müdahale ederek, adanın kuzey kesimini Türklerin kontrolüne geçirmiş ve 16 Ağustos ’ta da ateşkes ilan etmiştir.
Böylece, Karpaz Yarımadası ’nın doğu ucundan batıdaki Yeşilırmak’a kadar uzanan ve bugün Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ’nin sınırlarını oluşturan hattın kuzeyi Türklerin eline geçmiştir.
Bu müdahalenin amacı, Kıbrıs ’ın bağımsızlığını güvence altına almak ve bölgede yaşayan Türk vatandaşlarının da can güvenliğini sağlayarak, sürekli bir barışın gerçekleşmesini sağlamaktır. Bu müdahale, Kıbrıs sorunu ve Türk-Yunan ilişkileri yönünden bir dönüm noktasıdır.
B – 1975 Kıbrıs Türk Federe Devleti ‘nin İlan Edilişi
            Türkiye’nin adaya yaptığı müdahaleden sonra, Kıbrıslı Türkler, anavatanın güvencesi altına girmişlerdir. Türklerin can güvenliğinin yanında, iktisadi, siyasi ve kültürel güvenlikleri de sağlanmıştır. Geçici Kıbrıs Türk Yönetimi, Kıbrıs Barış Harekâtından sonra ortaya çıkan yeni durumun hukuki olması için ve toplumda huzurun, düzenin tesis edilmesi amacıyla 13 Şubat 1975 tarihinde Kıbrıs Türk Federe Devletini (KTFD) dünyaya ilân etmiştir.
Yeni devletin anayasası, Geçici Türk Yönetimi tarafından hazırlanmıştır. Bunun üzerine Rum tarafı, KTFD ’nin ilanının, Kıbrıs ’ın bağımsızlığına, toprak bütünlüğüne ve 1960 antlaşmalarına aykırı olduğunu ileri sürmüştür.
KTFD ilk olarak, 2 Mayıs 1975 tarihli yönetmeliğe dayanarak, iş gücü açığını telafi edebilmek için Türkiye ’den kırk bin göçmen getirtmiştir. Daha sonra da adada BM aracılığıyla gerçekleşen, bir nüfus mübadelesi yapılmıştır. 2 Ağustos 1975 tarihinde yapılan anlaşmayla, adanın güneyinde yaşayan Türklerin kuzeye, kuzeyde yaşayan Rumların da güneye geçmesi sağlanmıştır. Bu mübadeleyle Kıbrıslı Türkler, tarihte ilk olarak, bütün nüfuslarıyla birlikte, sınırları belli olan bir bölgede toplanma ve korunma imkanına sahip olmuşlardır. Nüfus aktarmasıyla güneyde esir olarak tutulan Türklerin özgür bölgeye geçmesi sağlanmış ve iki toplumlu, iki kesimli federal bir cumhuriyetin temelleri atılmıştır.
C – 1977 ve 1979 Doruk Antlaşmaları
1975 ‘te Viyana ‘da 6 tur görüşme yapılmıştır. Bu görüşmelerde, soruna federal bir çözüm bulunması kararlaştırılmıştır. Altıncı turdan sonra görüşmelerin çıkmaza girmesi üzerine, 1.5 yıl kadar sonra, kilitlenmeyi çözmeyi amaçlayan KTFD Cumhurbaşkanı Denktaş, BM Genel Sekreteri Waldheim 'a Makarios 'la buluşma önerisi yapmıştır.
Cumhurbaşkanı Denktaş 'ın bu görüşme önerisi uzun bir uğraştan sonra, Rum toplumu lideri Makarios tarafından kabul edilmiştir. Görüşme, 12 Şubat 1977 tarihinde gerçekleşmiştir.
BM Genel Sekreterinin gözetiminde yapılan görüşmelerde 4 maddelik bir ilke anlaşması imzalanmıştır.
1) Kıbrıs Cumhuriyeti bağımsız, bağlantısız ve iki toplumlu olmalıdır.
2) Her toplumun yönetimi altındaki topraklar, ekonomik ve toprak verimliliği ile toprak mülkiyeti esasları ışığında görüşülmelidir.
3) Dolaşma, yerleşme özgürlüğü, mülkiyet hakkı gibi prensip meseleleri müzakereye açıktır. Bunların görüşülmesinde iki toplumlu federal sistem ve Türk Toplumu yönünden doğabilecek güçlükler de dikkate alınacaktır.
4) Federal hükümetin görev ve yetkileri, devletin birliği ve devletin iki toplumlu mahiyetini koruyacak şekilde olacaktır.
Makarios 'un ölümünden sonra, yine Denktaş 'ın önerisi ile yeni bir doruk anlaşması gerçekleşmiştir. Rum Toplumu Lideri Kiprianu ile Cumhurbaşkanı Denktaş arasında imzalanan 19 Mayıs 1979 tarihli 10 maddelik anlaşma da şöyledir:
1) Toplumlararası görüşmeler 15 Haziran 1979'da yeniden başlayacaktır.
2) Görüşmelerin temeli Denktaş-Makarios anlaşması ve BM'in Kıbrısla ilgili kararları olacaktır.
3) Cumhuriyetin tüm yurttaşlarının insan haklarına ve temel özgürlüklerine saygı gösterilmelidir.
4) Görüşmeler tüm toprak ve anayasa konularını kapsayacaktır.
5) Maraş'la ilgili bir anlaşmaya varılması halinde, diğer yörelerle ilgili anlaşma beklenmeden Maraş açılacaktır.
6) Görüşmelerin sonucunu olumsuz şekilde etkileyecek hareketlerden kaçınılması ve iyi niyet, karşılıklı güven ve olağan koşullara dönüşü kolaylaştırabilecek pratik önlemler alınmalıdır.
7) Kıbrıs Cumhuriyeti askerden arındırılacaktır.
8) Cumhuriyetin bağımsızlığı, egemenliği, toprak bütünlüğü ve bağlantısızlığı, bir başka ülke ile kısmen veya bütün olarak birleşmesi veya taksim ve ayrılmanın herhangi bir şekline karşı gereken garantiler olacaktır.
9) Görüşmeler gecikmelerden kaçınılarak sürekli ve temelli bir şekilde sürdürülecektir.
10) Toplumlararası görüşmeler Lefkoşa'da yapılacaktır.
Bu anlaşmadan sonra başlayan uluslararası görüşmeler, Rumların BM Genel Kuruluna başvurdukları Mayıs 1983 yılına kadar kesintilerle devam etmiştir. Mayıs 1983'de Rum tarafının konuyu tek taraflı olarak BM Genel Kurulu'na götürmesi, adadaki Türk halkı hakkında haksız bir karar çıkarttırması, Türk halkının 15 Kasım 1983'de kendi bağımsız devletini ilan etmesiyle yanıtlanmıştır.
D – 1983 Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ‘nin Kuruluşu
            1977-1983 yılları arasında iki taraf görüşmelerde bulunmuş, ancak bunlardan bir sonuç çıkmamıştır. Türk tarafı; iki bölgeli federal bir yapı kurulmasını ve TSK ’nın Türklerin güvenliği açısından, adada kalmasına devam etmesini istiyordu. Enosis ’e yol açacak her türlü çözüm yoluna da itiraz etmekteydi. Rum tarafı ise, Türklerin azınlık olduğunu ve self – determinasyon haklarının bulunmadığını ileri sürmekteydi. Rumlar uzlaşma, anlaşma yerine BM ‘ye sık sık başvurarak, Türkler aleyhinde kararlar çıkarmak suretiyle adayı tekrar tümüyle Rum egemenliği altına sokma ve bu esnada aşırı derecede silahlanma yollarına başvurmuşlardır.
Mayıs 1983 tarihli bir BM kararında, Rumların adanın tamamında egemenlik hakkının olduğu ve işgalci güç olarak nitelendirilen Türk birliklerinin adadan çekilmesi ve KTFD ’nin sona erdirilmesi gerektiği belirtilmiştir. KTFD ve Türkiye, bu kararı derhal reddetmiş ve KTFD meclisi, 17 Haziran 1983 ’te Kıbrıs Türklerinin self – determinasyon hakkının olduğunu ilan etmiştir.
Federal Devlet statüsünün barış ve uzlaşma yolunu açmadığı ve Rumların anlaşma niyeti taşımadıkları iyice anlaşılınca, BM kararının da etkisiyle, Türk tarafı 15 Kasım 1983 ’te elinde kalan tek seçeneği kullanmış ve self – determinasyon hakkını kullanarak, kuzeyde kendi özgür, bağımsız devletini kurmuş ve bunu tüm dünyaya ilan etmiştir. Böylece Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) kurulmuştur. KKTC ’nin kurulmasıyla adadaki durum hukukileşmiş oldu.
KKTC ’nin kurulmasına ilk ve tek olumlu tepki Türkiye ’den geldi ve Türkiye derhal KKTC ’yi tanıdığını ilan etti. Buna karşılık bu durum, Yunanistan ’la Kıbrıslı Rumlar tarafından yasa dışı ve kabul edilemez olarak nitelendirildi ve Yunanistan 16 Kasım 1983’te Türkiye ’ye protesto notası verdi. Bu arada İngiltere de, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ’nin kuruluşunu BM Güvenlik Konseyi ’ne taşımıştır. Güvenlik konseyi 18 Kasım 1983 tarihli 541 sayılı kararında; Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ’nin ilanını hukuken geçersiz sayarak, bütün devletlerden bu yeni cumhuriyeti tanımamalarını istemiştir.
KKTC ’nin kurulmasının ardından Kıbrıslı toplum liderleri arasında sık sık müzakereler yapılmış, fakat hepsi sonuçsuz kalmıştır. Birleşmiş Milletler tarafından üretilen birçok çözüm önerisi de her seferinde iki toplumdan birisi tarafından reddedilmiştir. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti kuruluşundan itibaren uluslararası ambargoyla karşı karşıya kalmıştır. Yeni Türk Devleti, Türkiye dışında hiçbir devlet tarafından tanınmamakta ve ikili ilişkiler kuramamaktadır. Kıbrıs Türk kesimine siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel alanlarda ambargo uygulanmaktadır. Bunlardan ilki AB Adalet Divanının, 1994 yılında KKTC ’de üretilen narenciye ve patates ürününün AB sınırları içine girişini yasaklayan bir kararıdır.
E – 1990 SONRASI KIBRIS SORUNU
1990’da, Kıbrıs sorununda tarafların sayısı artmıştır. 1990 ’da GKRY adanın tamamını temsilen Avrupa Birliğine tam üyelik başvurusunda bulunması sonucu, Kıbrıs sorununda karmaşıklık artmıştır. Rumlar, ideallerini dolaylı olarak gerçekleştirmek için AB ’ye başvurmuştur. AB, bu başvuruyu kabul etmiştir ve 1995 ’yılında Kıbrıs ’a adaylık statüsü vermiştir. 1997 ’de ise, AB Lüksemburg Zirvesinde, Rum tarafıyla müzakerelerin başlaması kararı alınmıştır. Müzakereler, 31 Mart 1998 tarihinde fiilen başlamıştır. 2000 – 2001 yıllarında Avrupa Parlamentosunda görüşülüp kabul edilen Kıbrıs Raporlarında, Kıbrıs Cumhuriyeti ’nin (Rum tarafının) adayı bir bütün olarak temsil etme hakkına sahip olan tek devlet olduğu kabul edilmiştir. Bu raporda ayrıca, Kıbrıs ’ın önemli topraklarının 26 yıldır Türkiye tarafından işgal edildiği belirtilmektedir ve Türkiye, işgalci devlet olarak isimlendirilmektedir. 1 Mayıs 2004 ’te de, Rum tarafı “Kıbrıs Cumhuriyeti” sıfatıyla, bütün adayı temsilen AB’ye üye olmuştur.
Oysa Zürih, Londra ve Garanti antlaşmalarının getirdiği yükümlülüklere göre Kıbrıs ’ın, Türkiye ve Yunanistan ’ın eşzamanlı olarak birlikte üye olmadığı bir birliğe katılması imkânsızdır.
1990 ’dan sonraki dönemde de BM, çalışmalarına devam etmiştir. BM Genel Sekreteri Butros Gali, 1992 ’de “Fikirler Dizisi” teklifini ileri sürmüştür. Buna göre çözüm, iki tarafın siyasi eşitliğine dayanmalıydı ve bunu iki tarafın kabul etmesi gerekiyordu. Bu teklife göre, Garanti ve İttifak Antlaşmaları geçerliliğini koruyacaktı ve herhangi bir ülkeyle birleşme veya taksim mümkün olmayacaktı. Ancak taraflarca kabul edilmeyen bu çözüm önerisinden de bir sonuç alınamadı.
6 Mart 1995 tarihi, gerek Türkiye, gerekse Kıbrıs için AB ile ilişkilerde bir dönüm noktasıdır. Çünkü bu tarihte, Türkiye – AB ortaklık Konseyi toplantısında Gümrük Birliği kararı imzalanmıştır. AB, Türkiye ’nin 1996 yılından itibaren AB ile Gümrük Birliğine geçmesinin ön şartı olarak, Rum kesimiyle AB arasında 1996 Uluslararası Konferansının ardından başlayacak olan tam üyelik görüşmelerine itiraz etmemesini istemiş; Türkiye, önce bu konudaki talebi sözlü olarak onaylamış, ardından Kıbrıs konusunda resmi tutumu deklere eden bir bildirge yayınlamıştır.
Bütün bunlara rağmen, siyasi açıdan birçok olumsuz özellik taşıyan Gümrük Birliği Antlaşması imzalanmıştır. Ayrıca bu antlaşmanın 16. maddesi uyarınca Türkiye’nin 2001 yılına kadar, GKRY ile ticaret antlaşması imzalamak durumunda olması, bir başka sakıncalı durumu ortaya çıkarmıştır. Çünkü bu antlaşmayla Türkiye ilk defa, şimdiye kadar tanımadığı bir ülkeyi muhatap kabul etmiştir.
F – 1997 S.300 FÜZE KRİZİ
GKRY ve Rusya Federasyonu arasında 5 Ocak 1997’ de, GKRY topraklarına S.300 füzelerinin yerleştirilmesi konusunda bir antlaşma imzalanmıştır. 140 km menzile sahip olan ve ABD yapımı Patriot füzelerinden daha üstün olduğu sanılan Rus yapımı tam adıyla S.300PMU – 1 füzelerinin GKRY topraklarına yerleştirileceği haberi üzerine, Financial Times’ da yayınlanan başlıkta, 1974’ten bu yana, hava üstünlüğüne sahip olan Türkiye’nin bu üstünlüklerinin artık biteceği belirtiliyordu.
Nitekim GKRY, Türk savaş uçakları ve ATACMS’ lerin (Army Tactical Missile System) de dahil olduğu füze sistemlerine karşı, S.300 savunma sistemini satın almaya karar verdiğini açıklamıştır.           
Bu durum karşısında, Türkiye ve KKTC, büyük tepki göstermiş ve bu tepkiyle başlayan süreç Türkiye, KKTC, Yunanistan ve GKRY arasında bir kriz olarak yaşanmıştır.
Türkiye, uluslararası kamuoyunu da kullanarak GKRY üzerinde baskı kurabilmiştir. Bu kriz, S.300 füzelerinin Kıbrıs yerine, Girit adasına yerleştirilmesi kararının alınmasıyla sona ermiştir.
G – KIBRIS SORUNUNDA ANNAN PLANI
Yapılan BM önerilerinin ardından artık Rum tarafı, Türk tarafıyla görüşme yapmayı reddediyordu. Bunun üzerine BM Genel Sekreteri Annan, iki tarafın liderlerine, yüz yüze görüşme çağrısı yaptı. Yapılan 1997 – 2000 yılları arasındaki doğrudan ve dolaylı görüşmelerden de bir sonuç alınamadı. 2001 yılında Denktaş, Rum lider Klerides ’e bir mektup yazarak görüşme teklifinde bulundu. Bu teklif üzerine Ocak 2002 ’de görüşmeler başladı ve Annan tarafından hazırlanan kapsamlı çözüm planıyla görüşmeler sonuçlandı. Annan planı, bugüne kadar ortaya konan en kapsamlı çözüm planıdır. Bu planda, doğrudan kurulacak devletin esaslarını oluşturan kurallar ve anayasası yer alıyordu. Kıbrıs Türk Kurucu Devleti ’nin Anayasasının 1. maddesinde, “Kıbrıs Türk Devleti, Birleşik Kıbrıs Cumhuriyetinin, siyasi eşitlik, iki kesimlilik ve eşit statü temeline dayalı iki Kurucu Devletinden biridir. Kıbrıslı Türklerin ayrı kimliğini ve iki bölgeli bir ortaklık içindeki eşit siyasi statüyü temsil eder.” ifadesi geçmektedir. Ancak bu belge, 1960 sisteminin çok gerisinde kalmaktadır. Belgenin kabulü, Rum Yönetiminin Kıbrıs ’ın meşru yönetimi olarak tanınmasına neden olacaktır, bu da Türklerin azınlık durumuna düşmesi demektir.
Annan Planı, temel yapısı ve felsefesi itibarıyla fiilen yıkılmış olan ve sadece GKRY ’nin temsil ettiği “Kıbrıs Cumhuriyeti ”nin devam ettiği öngörüsüyle hazırlanmış ve meseleye hukuki bir sorun olarak yaklaşmıştır.
Annan Planı, özünde ve ruhunda Türk tarafının beklentilerini karşılamamakta, buna karşılık Rum – Yunan ikilisinin hedeflerini yeni bir hukuki ve siyasi zemine oturtmaktadır. Annan Planında, Türk tarafı için vazgeçilmez ve varlık temeli olan egemenlik hakkı kabul edilmemiştir. Annan Belgesi ’nin dayandırıldığı söz konusu anlayışın temelinde BM Güvenlik Konseyi ’nin 4 Mart 1964 tarihli 186 sayılı kararı vardır. Annan Planında yetki paylaşımıyla ilgili düzenlemeler, “basit federal sisteme” dayalı bir federal yapı oluşturulmasını öngörmektedir. Özellikle alt ve üst meclislerden oluşan yasama organı bu anlayışı açıkça ortaya koymaktadır. Yetkilerin toplandığı alt mecliste nüfus esasına dayalı oluşum sonucu basit çoğunlukla alınacak kararlar Rumların ağırlığını ve hâkimiyetini getirmektedir.
Planda önemli olan bir nokta da Kıbrıs Türklerinin statüsünün açıklığa kavuşturulmamış olmasıdır. Annan Planında ortaya konan bu yaklaşım ile Kıbrıs Türk Halkı, halk olmanın kendisine sağladığı imtiyazları ve hakları kaybetmektedir. Annan Planında, Türk tarafının hayati önem verdiği ve olmazsa olmazları arasında yer alan iki kesimlilik ortadan kaldırılmaktadır. Böylece Planda, Zürih, Londra ve Lefkoşa Antlaşmaları ’nın kurduğu yapı ve iki toplumun varlığı reddedilmiş olmaktadır. Ayrıca planda öngörülen mülkiyet düzenlemesi ve AB normları ile ilgili yaklaşımlar, Kıbrıs Türk Devleti ’ne bırakılacak bölgeye, belirlenen süreler içinde ve oranlarda yerleştirilecek önemli sayıdaki Rum nüfusu ve toprak tavizleri gibi hususların düzenleniş biçimi, iki kesimliliği ortadan kaldırmasının yanı sıra Kıbrıs Türk halkının önemli bir bölümünü göçe zorlamaktadır.
11 Kasım 2002, 10 Aralık 2002,  26 Şubat 2003,  29 Mart 2004 ve 31 Mart 2004 ’te beş kez değişikliğe uğrayan Annan Planı, 24 Nisan 2004 ’te adanın her iki tarafında ayrı ayrı referanduma sunulmuştur. Kıbrıslı Türklerin %64,9 ’u evet, Rumların %75,8 ’i hayır oyu kullanmıştır, bu yüzden plan hukuken geçersiz hale gelmiş ve uygulanamamıştır. Bu sonuç, Rum yönetiminin adanın kuzeyini temsil edemeyeceğini ortaya koymuş ve Türklere yöneltilen “uzlaşmaz, çözüm istemez” suçlamalarını da ortadan kaldırmıştır. Ayrıca Türk tarafı “evet” oyu verdiği halde cezalandırılan taraf olmuştur ve “hayır” oyuna rağmen Rumlar, 1 Mayıs 2004 ’te bütün adayı temsilen AB ’ye üye olmuş, hedeflerine ulaşmıştır.
SONUÇ
Bu çalışmada “Kıbrıs sorununu” 1974 ’ten başlayıp ele alarak inceleme gayretinde bulunduk. Konuyla alakalı olarak bazı değerlendirmelerde bulunmamız gerekirse; Kıbrıs adası coğrafi konumu itibarıyla Doğu Akdeniz’in merkezi bir yerinde bulunmakta ve bu konumu ile bölgeyi kontrol altında tutmakta etkili olmaktadır. Kıbrıs Adasının jeopolitik ve jeostratejik değeri, Ortadoğu ve Doğu Akdeniz ’in kontrol edilmesinde oynadığı rolden ileri gelmektedir. Adanın stratejik değeri özellikle deniz ticaret yolları ile başlıca hava yollarından biri üzerinde bulunması ile artmakta ve doğu ile batı arası menfaat çatışmalarına sahne olmaktadır. Ada, bütün Ortadoğu ülkelerini kontrol eden “Batmayan bir uçak gemisi” durumundadır.
Türkiye’nin güneyden emniyetini sağlayan Kıbrıs ’ın jeostratejik önemi artmıştır ve artmaya devam etmektedir. Hem Türkiye’nin güney emniyetinin sağlanması, hem de Kıbrıs’ta yaşayan Türk toplumunun güvenliğinin sağlanabilmesi için Kıbrıs ’ın düşman bir devletin eline geçmesi mutlaka önlenmelidir. Bu bakımdan Kıbrıs sorununun çözülmesi yönünde yapılan baskılara her ne pahasına olursa olsun karşı koyulmalıdır. Bulunabilecek bir çözüm şeklinde sadece Kuzey Kıbrıs ’ın yarı bağımsız veya tam bağımsız olması yeterli görülmemelidir. Türkiye’nin çıkarları Kıbrıs ’ın tamamının güvenlik altında bulundurulmasını gerektirmektedir.
Kıbrıs’ın tamamının statüsünde söz sahibi olunarak, Kıbrıs’ın güneyinin düşmanca amaçlar için kullanılmasına mutlaka engel olunmalıdır. Türkiye’nin garantörlük hakkından ve Kıbrıs’ta olumsuz yöndeki gelişmeleri önleyecek ve/veya caydıracak silahlı güç bulundurmaktan asla vazgeçilmemelidir.
Sonuç olarak da şunu söyleyebiliriz ki; Kıbrıs ’ta asıl mesele, iki halkın zorla bir araya getirilerek veya oldubitti bir yöntemle bir devlet kurulması değil, iki toplumun uyum içinde birlikte yaşayabilecekleri bir ortamın yaratılamamasıdır. Bu ise Türk – Yunan devletlerinin çıkarları ve tarihsel düşmanlığı bir yana bırakıp, gerçek bir yakınlaşma çabasına girmeleriyle mümkün olabilir.                                                             
                                                                                                 Murat ERDİNÇ
                                                                                               Niğde Üniversitesi
Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler


KAYNAKÇA
·       ÖZAKMAN Turgut, Çılgın Türkler Kıbrıs, Bilgi Yayınevi – 2012.
·       ÇAKMAK Haydar, Türk Dış Politikasında 41 Kriz 1924 – 2012, Kripto Yayınevi – 2012.
·       BÜYÜK LAROUSSE ANSİKLOPEDİSİ – 13.cilt – İSTANBUL (1986).
·       ANA BRITANNICA ANSİKLOPEDİSİ – 13. Cilt – İSTANBUL (1990).
·       Arş. Gör. Müge Vatansever – Kıbrıs Sorununun Tarihsel Gelişimi - http://web.deu.edu.tr/hukuk/dergiler/dergimiz-12-ozel/3-kamu/9-mugevatansever.pdf
·       Kansu Şarman – NTV Muhabiri – Kıbrıs Kronolojisi - http://arsiv.ntvmsnbc.com/news/118205.asp

DİPNOTLAR

[1] Dönemin Dış İşleri Bakanı Turan Güneş’ in kızı Ayşe Güneş.