24 Eylül 2014 Çarşamba

BİZANS DEVLETİ VE OSMANLI DEVLETİ ARASINDAKİ BENZERLİKLER VE FARKLILIKLAR


Giriş:
Bu konuda; tarih bahçesine büyük katkıları olmuş Bizans Devleti ve ecdadımızın kurmuş olduğu, büyük cihan imparatorluğu Osmanlı Devleti’nin benzer yanları ve farklılıkları tarafımızdan ele alınacaktır. Konumuz dört başlıkta (Yönetim, Ordu, Din, Ekonomi) incelenecektir ve mukayese yapılarak değerlendirilecektir.
Yönetim:
Bizans’ta bugünkü hükümetlere benzer bir teşkilat yoktu. Merkezi yönetim, saray memurları ile sivil ve askeri memurlardan oluşmaktadır. Bunların atamasını; imparator, kendi mahiyetinden yapardı.
Bunlara ek olarak; imparatorun yanında danışma organları bulunmaktadır. Bunlar: Senato, Mukaddes Şura.
Senato, Roma senatosu örnek alınarak ortaya çıkmış, halk seçkinlerinden oluşan, danışma organıdır. Mukaddes şura ise; hiyerarşik bakımdan senatodan üstün, saray idaresinde yer alan, seçkin memurlardan oluşmaktadır. Bunların yanında, imparatorun isteğine bağlı olarak, ‘’Genel Toplantılar’’ da yapılmaktaydı. Bu toplantılara halkın bütünü katılıyordu.
Ülke eyaletlere bölünerek, yönetim kolaylaştırılmıştır. Eyaletlerin yönetimini, merkezden atanan valiler sağlamışlardır. Bunları imparator atadığı için daima en güvendiği isimleri tercih etmiştir.
İmparatorların tahta geçiş usulü ise veraset sistemine dayanıyordu. Bu babadan oğla geçen hükümdarlık sisteminde, yer yer oğlun, babayı tahttan zorla indirdiği de görülmüştür.
İmparatorlar ülkeyi, Roma hukukunu esas alarak yönetmişlerdir.
Osmanlı’da merkezi yönetim padişah ve divan-ı hümayundan oluşmuştur. Divan-ı hümayun, devlet işlerine yardımcı danışma meclisidir. Devlet işleriyle alakalı mevzular divanda görüşülür lakin son sözü padişah söylerdi.
Ülke eyaletlere bölünmüştür. Eyaletlerin başına ‘’Beylerbeyi’’ denilen valiler merkezden atanmıştır.
Padişah ülkeyi yönetirken dini hukuk ve Türk töresini esas almıştır. Padişahların tahta geçiş usulü ise veraset sistemine dayanmıştır. Padişahlık babadan oğla geçerek devam etmiştir.
Yukarda zikrettiğimiz bilgileri analiz edecek olursak; iki devlette yönetim şekli bakımından birbirine benzemektedir. İkisinde de veraset sistemi uygulanmaktadır. İkisinde de hükümdara danışmanlık yapan bir meclis bulunmaktadır. İkisinde de merkeziyetçi anlayış hakimdir. İki devlette ülkeyi eyaletlere ayırmıştır.
Bizans yönetim meşruiyetini Roma hukukuna dayandırırken, Osmanlı ise teokratik bir yapıya sahip olup, din kurallarını, bunun yanında da gelenekçi olarak Türk törelerini kullanmıştır.
Ordu:
Bizans kuvvetinin temeli, sağlam bir şekilde teşkilatlandırılmış olan ordudur. Bu ordu, üstünlüğünü ve başarılarını, yüzyıllar boyunca yaptığı tecrübelere dayanan harp ilmine ve yeni düşmanların şekline ayak uydurabilme kabiliyetine borçluydu. Askeri müesseselerin temelleri sarsılmaya başlayınca, devlette gerilemeye başlamış sonunda yıkılmıştır.
Bizans’ta ordu iki kısımdan oluşmaktadır: Sınır muhafaza kıtaları ve Müteharrik ordu. Bizans’ta ordu hemen hemen her zaman gönüllü ücretli askerlerden, en çokta yabancı ücretli askerlerden oluşmaktaydı. Savaşlara gidilirken ordu yanında çetelerde yer almaktaydı.
Silah olarak yay, mızrak, kılıç ve çeşitli savaş aletleri kullanmışlardır. Ayrıca mancınıklar ve ballistalar da ek olarak kullanılmıştır.
Ordu, kuruluşundan itibaren Osmanlı devleti içinde büyük önem arz etmiştir.
Osmanlı ordusunun teşkilatlanması şu şekilde idi: Kapıkulu askerleri, eyalet askerleri, yardımcı olarak da kendisine bağlı beyliklerin askerleri.
  Osmanlı ordusunun belkemiği şüphesiz ki kapıkulu sınıfıdır. Özellikle Yeniçerileri kapsayan bu sınıf merkez ordusu niteliğindedir. Kapıkulu ordusu yayalar ve süvarilerden oluşmaktaydı. Kapıkulu sınıfı devşirmelerden, eyalet askerleri, tımar sahiplerinin askerlerinden meydana gelmekteydi.
Savaşlarda yay, mızrak, yatağan kılıç, çatal, fitilli tüfek tırpan, kama gibi savaş araçlarını kullanmışlardır. Kuşatmalarda top, mancınık, kuşatma kuleleri gibi ek aletler kullanılmıştır.
Osmanlılar’ da askeri nizam, devrin şartlarına ayak uyduramayınca savaşlar kaybedilmeye başlamış en sonunda yıkılış durdurulamamıştır.
İki devletin ordu yapısını mukayese edecek olursak; iki devlette ordularına büyük önem vermiştir. Bizans daha çok ücretli askerlere sahipken, Osmanlı; devşirme usulü ile gayrimüslim çocukları fanatik Müslüman olarak yetiştirip, ordu içerisine entegre etmiştir. İki ordu da savaşlarda benzer aletler kullanmışlardır. İki devlette ordu yapısının bozulması nedeniyle çöküşe uğramıştır. İki devletin ordusu da izledikleri politikalar doğrultusunda şekillenmiştir. Yani Bizans, mevcut sınırlarını koruma politikası güttüğü için savunma amaçlı sınır orduları kurmuştur. Osmanlı ise fetih politikası güttüğü için daha çok saldırı amaçlı ordu kurmuştur.

Din:
Bizans, Hristiyan dininin Ortodoks mezhebini benimsemiştir. İstanbul’ da Ortodoks kilisesi ve imparator tarafından atanmış Patrik bulunuyordu.
Osmanlı’nın geneli ise İslam dinini benimsemiştir. Yavuz’ un Mısır seferiyle İslam dininin liderliği olan halifelik makamı, Osmanlı padişahlarına geçmiştir. Ayrıca Osmanlı, hoşgörü politikası güttüğü için birçok dini içinde barındırmaktaydı.
Ekonomi:
Bizans devleti bir ziraat memleketidir. En çok tahıl, üzüm, meyve, ilaçlık malzeme ve pamuk yetiştirilirdi. Arıcılık çok gelişmişti. Bal, şekerin yerini tutuyordu. At, sığır, manda, keçi, koyun ve domuz çoktu. Devletin başlıca gelir kaynaklarından birinin arazi vergisi olduğu düşünülürse, Bizans ziraatının umumiyetle gelişmiş ve karlı bulunduğu anlaşılır. Bununla birlikte köylünün durumu bir hayli kötüydü.
Bizans sanayisi kaliteli ve lüks eşyalar üretmiştir. Devlet kontrolü bu eşyaların kalitesini kontrol ettiği için, Bizans malları büyük rağbet görmüştür. Ketencilik, kumaşçılık, halıcılık, ipekçilik Çin’den Bizans’ a ortası oyuk bir değnek içerisinde, 552-554 sıralarında iki rahip getirmiştir. İşlemecilik, dokuma boyacılığı, tunççuluk, kuyumculuk, minecilik, çamcılık ve fildişi işçiliği en ileri sanayi kollarıydı. Her endüstri kolu, ayrı ayrı loncalar halinde teşkilatlanmışlardır. Bunlar sıkı bir devlet kontrolü altında idiler.
Bunlara ek olarak limanlarda Venedik ve Ceneviz kolonileri dış ticareti sağlıyorlardı.
Osmanlı Devleti’nin ekonomisi temel olarak toprağa dayanıyordu. Bunların içinde en iyisi şüphesiz ki ‘’Miri’’ arazidir. Devlet miri arazi olarak belirlenen topraklarını zengin kişilere, kiraya vermiştir. Bu sayede üretim sağlanmıştır. Bu arazilerin geliri ile ordu kurulmuş, böylece devlet masraf harcamadan gönüllü bir orduya sahip olmuştur. Tımar sistemi adı verilen bu düzen, daha sonraları bozulmuş ve işlevini yitirmiştir.
Dericilik, işlemecilik, kakmacılık, çinicilik, halıcılık, demircilik gibi sanayi kollarında ileri gitmişlerdir. Sanayi kolları ayrı ayrı loncalar halinde teşkilatlanmışlardır. Böylece malın kalitesi ve fiyatı denetlenmiştir. Loncalar da devlet denetimine tabi tutulmuştur. Osmanlı’ da hayvancılıkta gelişmiştir.
Ekonomik bakımdan iki devlette aynı coğrafyada yerleştikleri için benzer faaliyetler yürütmüşlerdir. Tarım ve hayvancılık temel geçim kaynağı iken, endüstriyel faaliyetlerde, Asya ve Avrupa arasındaki köprü niteliğinde olması sebebiyle gelişmişlik göstermiştir.
Sonuç:
İncelemiş olduğumuz konuda aynı coğrafyada yayılmış iki devletin, birçok benzer yanlarının olduğunu görmekteyiz. Buna karşın birçok da farklılık bulunmaktadır. Bu benzerlik ve farklılıklardan etkilenen medeniyetler, birbirlerini etkileyerek teknolojinin gelişimine de katkıda bulunmuşlardır.


                                                                                         Murat ERDİNÇ
                                                                                       Niğde Üniversitesi
                                                                        Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler






          KAYNAKÇA 
  • MEYDAN – LAROUSSE ANSİKLOPEDİSİ - 2 ve 9.cilt - İSTANBUL (1986) 
  • TÜRK ANSİKLOPEDİSİ - 7 ve 26.cilt - İSTANBUL (1969) 
  • OXFORD BİZANS SÖZLÜĞÜ - Oxford Üniversitesi Basımevi (1991)
  • OSMANLI ANSİKLOPEDİSİ - 1,2,3,6,7,8. Ciltler - Yeni Türkiye Yayınları - ANKARA (1999)
 

10 Eylül 2014 Çarşamba

ORYANTALİST BAKIŞ AÇISI


ORYANTALİZM
            Giriş
            Bu yazıda Edward Said tarafından yazılan “Oryantalizm” kitabını özetlemeye çalışacağız.
Oryantalizm, Batı’nın; Doğu medeniyetine karşı olan tutum ve davranışlar, yeni fikirler bütünüdür. Oryantalizm, Batılı ilim adamlarınca, Batılı olarak, Batı için, Batının çıkarlarına göre oluşturulmuştur.
            Oryantalizm, bir siyasal propaganda aracı olarak Batı’nın, Doğu üzerindeki üstünlüğünü kanıtlamaya çalışırken aynı zamanda Batı’nın Doğu’ya ve özellikle “İslam” medeniyetine saldırmasını da haklı çıkarmaya çalıştığını ileri sürmektedir.
            Kısacası Edward Said Batılıların, Doğu’yu nasıl çarpıtarak ele aldıklarını ve bunu hangi yöntemlerle gerçekleştirdiklerini ve böyle bir davranışa hangi amaç ile başvurduklarını açıklamaya çalışmaktadır.
            Kısım 1: Oryantalizmin Alanı
            Doğu’yu Tanımak: 
            Doğu’nun bin dört yüz yılı İslam ile birlikte geçmiştir. Bu süre zarfında bölgede var olmuş tüm eski uygarlıkların yaşamaya devam eden kalıntıları İslam medeniyetinin üstün vasıfları içinde bütünleşerek yeni bir sentez oluşturmuştur.
            İslam bölgede 1400 yıldan beri hüküm sürmektedir. İslam devletlerinin en uzun ömürlü olanı 622 yıl hüküm süren Osmanlı İmparatorluğu’ dur. Osmanlılar bölgede, diğer Müslüman devletlerin yıkılışıyla, tek kalmış ve İslam’ın hür bayrağını son yarım yüzyılda rakipsiz olarak taşımışlardır.
1815 ve 1914 yılları arasında Avrupa’nın sömürge imparatorluğu % 85 e çıkmıştır. Yeryüzündeki tüm ülkeler bu sömürü hareketlerinden payına düşeni almıştır. Özellikle Asya ve Afrika ülkeleri sert bir sömürüye tabi tutuluyordu. İngiltere ve Fransa bazen anlaşarak birleşiyor, bazen ise rekabete düşüp, düşman oluyorlardı. Doğu’da Akdeniz kıyılarından Çin Hindi ve Malezya’ya kadar uzanan sömürge imparatorlukları bulunuyordu. Bu sözlerden anlıyoruz ki; İslam medeniyeti, Batı tarafından dağıtılmıştır.           
13 Haziran 1910’ da Arthur James Balfour mecliste “Mısır’da çözmek zorunda bulunduğumuz problemler” adlı konuşmayı yapmıştır. Balfour Mısır hakkındaki görüşleriyle sırtında ağır bir yük taşıyordu.
Balfour’un konuşmasında sık geçen “Doğulu” kelimesine karşı meclisten tepkiler ve direnişler geldi. Kelime coğrafi, ahlaki ve kültürel bakımdan Asya’yı ve Doğu’yu ifade etmekteydi.
Balfour için Doğu’yu bilmek çok önemliydi. Bilmek aynı zamanda günlük gereksinimlerin üzerine çıkmak ve egemen olmaktı. Bilmek, Doğu üzerinde otorite kurmaktı ve onların özerklik isteklerini hiçe saymaktı. Balfour için bilmek demek İngiltere’nin bildiği Doğu demekti. İngiltere’nin üstünlüğü ve Doğu’nun geriliğini bilmekti. Aslında bu üstünlük ve gerilik Balfour’un zihninde doğrudan yer almıyordu. Bilmek eylemi başarıldığında dolaylı olarak ortaya çıkan iki unsurdu. Yapılacak en doğru şey, onun sınırlarını tanımak ve geriliğinin bilinci içinde yönetenle yönetilen arasındaki en faydalı ilişkiyi kendisinin bulmasını sağlamaktı.
İngiltere, Mısır’ı tanıyor; Mısır İngiltere’yi tanımıyor; İngiltere Mısır’ın kendi kendisini yönetecek bir hükümeti olamayacağını biliyordu. Sonuçta Mısır, İngiliz uygarlığına ihtiyaç duyuyor ve İngiltere Mısır’ı işgal ediyordu.
            Önemli olan Mısırlıyı iyi tanıyan bir üstün ırkın onu yönetmesiydi. İngiltere’nin Mısır’ı işgal ederek Urabi Paşa’nın milliyetçi direnişine son verdiği 1882’den 1907’ye kadar Mısır’da İngiltere’yi Lord Cromer temsil etmiş ve Mısır’ın tek hakimi olmuştur.
            Cromer, Doğuluları “Enerji ve insiyatif” yoksunu saf kişiler olarak tasvir etmekte, onları “sadakatle yaltaklanmaya hazır”, entrika ve kurnazlığa yetenekli, hayvanlara karşı acımasız insanlar olarak göstermektedir.
            18. YY dan itibaren Doğu-Batı ilişkilerinin iki temel eleman taşıdığı görülmektedir. Birincisi; Batı’nın, Doğu üzerinde gelişen, sistematik bir bilgiye sahip oluşudur. Sömürgecilik ve genel çıkarlarla desteklenen bu bilgi, aynı zamanda ilginç bir şekilde bilimin yeni dallarıyla aralıksız geliştirilmektedir. Etnoloji, anatomi, filoloji ve tarih bilimlerinin getirdiği yeni bilgilere romancılar, şairler ve gezginler tarafından katkılar yapılmaktadır.
            Doğu-Batı ilişkilerinin ikinci özelliği ise Avrupa’nın üstünlük iddasında bulunmasa bile güç dengesini daima kendi elinde tutuşudur. Bu dengeler 1956 yılına kadar sürecektir.
            Kısım 2: Sınırları Yeniden Çizme
            Gustave Flaubert 1880’ de ölmüştür. Bilginin çöküşü ve insani gayretlerin anlamsızlığı üzerine yazdığı romanı bitirememiştir. Ama ana hatları bellidir. Burjuva temsilcilerinden birisi beklenmedik bir şekilde bir mirasa konmuştur. Fakat hayatı ümitsizliklerle doludur. Bu ümitsizlik tablosunu tamamlamak için Flaubert’in yazdıkları arasında iki tema fazla dikkat çekmektedir. Romanda iki kişi, insanlığın geleceğini tartışmaktadırlar. Birisi geleceği karanlık, birisi mutlu olarak görmektedir. Modern insan ilerlemektedir. Avrupa, Asya’dan kurtarılacaktır. Tarihin kanunu gereği uygarlık Doğu’dan Batı’ya yürümektedir. İki taraf sonunda eriyecektir.
            İlk gözlemlere göre Doğu, İslam ülkelerinin dışında ortaya çıkıyordu. Bu temel değişim, genellikle geniş bir anlamda, Avrupa’nın durmadan ilerleyen dünyanın yeni yerlerini keşfetme arzularına uygun bir gelişme idi, gezi notlarının artan etkileri, bilimsel seyahatler ve bunların ürünleri dikkatleri günden güne Doğu’ya çekiyor, ilgi derinleşiyor, genişliyordu.
            Batı’nın Doğu hakkındaki görüşlerine on sekizinci yüzyılda eklenen ikinci gözlem ise tarafların birbirlerine karşı daha fazla bilgiyle donatılmış olmalarıdır. Bu durum sadece gezginler ve kâşifler yolu ile değil aynı zamanda tarihçiler tarafından yaratılmıştı. Bu kişiler deney ve gözlemleriyle, araştırmalarıyla Avrupa için yararlı sonuçlar alabilirdi.  
            Bu çağda oryantalizm, mekan içerisinde coğrafyanın eriştiği en ileri noktaya varmış, zaman içerisinde ise bilinen en yüksek sınırlara kadar ilerlemiştir. Kazanılan başarılar, kutsal kitap dogmalarından daha ziyade, Hint, Çin, Japon, Sümer, Sanskrit, Zerdüşt ve Mani kaynaklarına yönelimi arttırmaktadır. Bu alanlara yönelim tarih bilimini de daha ileriye götürmüştür. Avrupa’yı iyi tanımak demek, bu kara parçasının diğerleriyle arasındaki ilişkileri iyi bilmek demektir. Bu ilişkileri zaman ve zemin içinde yeniden değerlendirerek araştırmaları o zamana dek bilinmeyen ufuklara kadar genişletmek temel amaçtır.
            Tarihte savaş alanlarında karşılaştıkları mü’minler ve bunların karşısında yer alan  barbar sürüleri arasındaki ebedi ve ezeli ayrım kavramı yerine, çeşitli yabancı bölgelerin ve kültürlerin yeni tanımı yapılmakta, neticede insanın öz benliği ve kişiliği yeni bir renk kazanmaktadır. Avrupa’nın sınırları artık sadece bir gümrük sınırı değildir. İnsanların birbirleri ile kaynaşmaları günden güne yasal zemine oturarak meşruiyet kazanmaktadır.
            İnsanların sınıflandırması değişmektedir. Hristiyanlar ve tüm diğer insanlar arasındaki renk, davranış, köken ve karakter farkları daha belirgin ölçülerde ortaya çıkmaktadır. Fakat bu farkları taşıyan insanlar, eğer zamanın şartlarına göre uyum gösteriyorlarsa, bir arada çağdaş faydaya sunulmuşlardır.
            Kısım 3: Bugünkü Oryantalizm
            Günümüzde Fransa ve İngiltere dünya politika sahnesinin önünde değillerdir. Amerika onları geçmiştir. Dünyanın sömürgeleştirilmiş her bölgesi, geniş bir çıkar ağı ile bir şekilde Amerika’ya bağlıdır. Oryantalizm de Amerika’ya aktarılmıştır. Avrupa oryantalizmi yeni şekilleriyle, yeniden dolaşıma çıkarılmıştır. Yani “yeni” oryantalizm, klasik kıta Avrupası yerine, Amerikan bakış açısından şekillenerek bugün varlığını sürdürmektedir. Doğu kültür kavramı etrafında dizilmektedir. Japonya, Hindistan ve Pakistan çeşitli çevrelerde gittikçe daha çok söz konusu edilmekte ve bu ülkeler incelenip, tartışılmaktadır. Oryantalizm de ki bu değişimle birlikte İslam dünyası da yeni bir bakış açısına kavuşmuştur.
            Sonuç:     
            Günümüzde Amerika, Ortadoğu’ da çok büyük bir yük altına girmiştir. Ancak bu yük, Amerika’nın içine girdiği çölün üzerinde kurulmuş kâğıttan kulelerdir. Doğu’nun tüketim faktörü Amerika’yı kurtarmaktadır. Arap ve İslam dünyası, dolayısıyla “Doğu” bütünü ile Batı ekonomik pazarına bağımlı olarak yaşamaktadırlar. Bölgenin başlıca zenginliği olan petrol bütünüyle Amerikan ekonomisi tarafından yutulmaktadır. Petrolle zenginleşen Araplar bölgede, zaman geçtikçe Amerika’nın en büyük müşterileri olmuşlardır ve olmaya devam edeceklerdir.
            Son olarak;
            “Elveda Doğu !
            Elveda Batı !
            Kuzeyin ve Güneyin toprakları
            Barış içinde Yaşayın !”
                                                                                                              Murat ERDİNÇ
                                                                                                            Niğde Üniversitesi
                                                                                               Siyaset Bilimi Ve Uluslararası İlişkiler


8 Eylül 2014 Pazartesi

ÖĞRENCİ PASAPORT BAŞVURU İŞLEMLERİ





ÖĞRENCİ PASAPORT BAŞVURUSU NASIL YAPILIR?
            Öncelikle siz, değerli okuyuculara, merhabalar demek istiyorum. Pasaport başvuruları hakkında birçok şehir efsanesi mevcut. Yazıma başlamadan önce pasaport başvurusu yaparken sakın tecrübesiz ve bilmeyen insanlardan çıkan, kulaktan doğma bilgilere itimat etmemenizi rica ederim. Şunu da belirtmek isterim ki; bu yazı sadece harçsız öğrenci pasaportuna(Bordo Pasaport) başvururken nasıl hareket etmemiz gerektiğini açıklamak için yazılmıştır.
A - Değerli okuyucular; ilk olarak “Öğrenci Pasaport başvurusu sırasında gerekli evraklar nelerdir?” sorusunun cevabıyla başlayalım.
·       Üniversite öğrenci belgesi,
·       Üniversite tarafından verilen “Pasaport Harcı Muafiyet Yazısı”,
·       Nüfus cüzdanı aslı,
·       Nüfus cüzdanı fotokopisi,
·       Bankaya yatırılmış “Değerli Cüzdan Çıkartma Bedeli” Dekontu
·       2 Adet biyometrik fotoğraf

1.     Üniversite Öğrenci Belgesi: Eğitim almakta olduğunuz üniversitenin, öğrenci işleri departmanından kolayca çıkarttırabileceğiniz, sizin o kuruma aidiyetinizi belirten belgedir. Öğrenci Pasaportu başvurusu sırasında yanınızda bulunması gerekir.
2.     Pasaport Harcı Muafiyet Yazısı: Bu belgenin üniversite tarafından size verilebilmesi için; yurtdışında gerçekleştireceğiniz faaliyetlerin belirlenmiş olması gerekir. Yani turistik amaçlı gezmek için bu belgeyi elde edemezsiniz. Belgede öğrencilikten doğan yükümlülükten dolayı, pasaport harcından muaf tutulmanız gerektiği yazılır.
3.     Nüfus Cüzdanı Aslı:
4.     Nüfus Cüzdanı Fotokopisi
5.     Değerli Cüzdan Çıkartma Bedeli Dekontu: Devletin bankalarına, pasaport çıkarttıracağınız için ödediğiniz vergidir. Başvuru sırasında banka tarafından verilen dekont kesinlikle yanınızda bulunmalıdır.
6.     2 Adet Biyometrik Fotoğraf: Bu fotoğraf çeşidi konusunda da birçok şehir efsanesi bulunuyor. Arkadaşlar yapmanız gereken şey; fotoğrafçıya gidip, pasaport için biyometrik fotoğraf  çekilmek istediğinizi söylemektir. Üzerinizde beyaz veya çok desenli tişört, elbise vb. olmamalıdır !!! Çünkü arka fon beyaz olduğundan seçkinlik azalır. Desenli giysiler de fotoyu bozabilir. Erkekler sakalları tıraş ederlerse daha iyi olur.
B – Tüm gerekli evrakları topladım bundan sonra nasıl hareket etmem gerekiyor?
İlk olarak, nüfus cüzdanınızı alın. Bir kırtasiyeye giderek fotokopisini çektirin ve dosyanıza koyun.
Daha sonra fotoğrafçıya giderek biyometrik fotoğraf çekilin. Fotoğraflarınızı da aldıktan sonra, daha önceden üniversiteye başvurmuş olduğunuz “Pasaport Harcı Muafiyet Yazısını” onaylanmış olarak alın.
Hemen ardından öğrenci belgesi çıkartmak için, öğrenci işleri departmanına gidin. Bu evrakların hepsini dosyanızda toplayın. Topladığınız belgelerde asla eksik olmasın!!
Son olarak devlet bankalarından birisine, (Ziraat Bankası tercihimdir.) “Değerli Cüzdan Çıkartma Bedeli” olarak 75 TL vergi ödemeniz gerekiyor. Sonrasında verilen dekontu da diğer evraklarınızın yanına ekleyin. Bankalar kalabalık olacağı için bu işlemi 1 günde bitirmek istiyorsanız bankanın boş bir anını kollamanız gerekiyor. Bunun için, Cuma günü saat 12’ye yakın zamanlarda(Cuma namazı olduğundan banka pek dolu olmaz.) veya diğer günlerde de akşam mesai bitimine yakın giderseniz, işiniz kolay biter.
“Pasaport Harcı Muafiyet Yazısı” nı işleme koyabilmek için, vergi dairesine giderek onaylatmanız gerekmektedir. Bunun nasıl olacağı hususunda, ilden ile farklılık gösterdiği için tam bir bilgi veremeyeceğim. Vergi dairesine gittiğinizde danışmadaki güvenlikler veya memurlar size yardımcı olacaktırlar.
Vergi dairesinden de onay aldıktan sonra, tüm evraklarımızla birlikte emniyet müdürlüklerinin pasaport şube merkezlerine gidip, evraklarımızı ibraz ederek pasaport başvurumuzu yapabiliriz. 
NOT: Eğer daha önceden parmak izi vermemişseniz emniyette parmak izinizi kaydederler. Fakat daha önceden parmak iziniz alınmışsa işlemin tekrarlanmasına gerek yoktur.
                                                                                                         

                                                                                                                    Murat ERDİNÇ

                                                                          Niğde Üniversitesi
                                                                            Siyaset Bilimi Ve Uluslararası İlişkiler