![]() | |
ORYANTALİST BAKIŞ AÇISI |
ORYANTALİZM
Giriş
Bu yazıda Edward Said tarafından yazılan “Oryantalizm”
kitabını özetlemeye çalışacağız.
Oryantalizm, Batı’nın;
Doğu medeniyetine karşı olan tutum ve davranışlar, yeni fikirler bütünüdür.
Oryantalizm, Batılı ilim adamlarınca, Batılı olarak, Batı için, Batının
çıkarlarına göre oluşturulmuştur.
Oryantalizm, bir siyasal propaganda aracı olarak Batı’nın,
Doğu üzerindeki üstünlüğünü kanıtlamaya çalışırken aynı zamanda Batı’nın
Doğu’ya ve özellikle “İslam” medeniyetine saldırmasını da haklı çıkarmaya
çalıştığını ileri sürmektedir.
Kısacası Edward Said Batılıların, Doğu’yu nasıl
çarpıtarak ele aldıklarını ve bunu hangi yöntemlerle gerçekleştirdiklerini ve
böyle bir davranışa hangi amaç ile başvurduklarını açıklamaya çalışmaktadır.
Kısım 1: Oryantalizmin Alanı
Doğu’yu Tanımak:
Doğu’nun bin
dört yüz yılı İslam ile birlikte geçmiştir. Bu süre zarfında bölgede var olmuş
tüm eski uygarlıkların yaşamaya devam eden kalıntıları İslam medeniyetinin
üstün vasıfları içinde bütünleşerek yeni bir sentez oluşturmuştur.
İslam bölgede 1400 yıldan beri hüküm sürmektedir. İslam
devletlerinin en uzun ömürlü olanı 622 yıl hüküm süren Osmanlı İmparatorluğu’
dur. Osmanlılar bölgede, diğer Müslüman devletlerin yıkılışıyla, tek kalmış ve
İslam’ın hür bayrağını son yarım yüzyılda rakipsiz olarak taşımışlardır.
1815
ve 1914 yılları arasında Avrupa’nın sömürge imparatorluğu % 85 e çıkmıştır.
Yeryüzündeki tüm ülkeler bu sömürü hareketlerinden payına düşeni almıştır.
Özellikle Asya ve Afrika ülkeleri sert bir sömürüye tabi tutuluyordu. İngiltere
ve Fransa bazen anlaşarak birleşiyor, bazen ise rekabete düşüp, düşman
oluyorlardı. Doğu’da Akdeniz kıyılarından Çin Hindi ve Malezya’ya kadar uzanan
sömürge imparatorlukları bulunuyordu. Bu sözlerden anlıyoruz ki; İslam
medeniyeti, Batı tarafından dağıtılmıştır.
13
Haziran 1910’ da Arthur James Balfour mecliste “Mısır’da çözmek zorunda
bulunduğumuz problemler” adlı konuşmayı yapmıştır. Balfour Mısır hakkındaki
görüşleriyle sırtında ağır bir yük taşıyordu.
Balfour’un
konuşmasında sık geçen “Doğulu” kelimesine karşı meclisten tepkiler ve
direnişler geldi. Kelime coğrafi, ahlaki ve kültürel bakımdan Asya’yı ve
Doğu’yu ifade etmekteydi.
Balfour
için Doğu’yu bilmek çok önemliydi. Bilmek aynı zamanda günlük gereksinimlerin
üzerine çıkmak ve egemen olmaktı. Bilmek, Doğu üzerinde otorite kurmaktı ve
onların özerklik isteklerini hiçe saymaktı. Balfour için bilmek demek
İngiltere’nin bildiği Doğu demekti. İngiltere’nin üstünlüğü ve Doğu’nun
geriliğini bilmekti. Aslında bu üstünlük ve gerilik Balfour’un zihninde
doğrudan yer almıyordu. Bilmek eylemi başarıldığında dolaylı olarak ortaya
çıkan iki unsurdu. Yapılacak en doğru şey, onun sınırlarını tanımak ve
geriliğinin bilinci içinde yönetenle yönetilen arasındaki en faydalı ilişkiyi
kendisinin bulmasını sağlamaktı.
İngiltere,
Mısır’ı tanıyor; Mısır İngiltere’yi tanımıyor; İngiltere Mısır’ın kendi kendisini
yönetecek bir hükümeti olamayacağını biliyordu. Sonuçta Mısır, İngiliz
uygarlığına ihtiyaç duyuyor ve İngiltere Mısır’ı işgal ediyordu.
Önemli olan Mısırlıyı iyi tanıyan bir üstün ırkın onu
yönetmesiydi. İngiltere’nin Mısır’ı işgal ederek Urabi Paşa’nın milliyetçi
direnişine son verdiği 1882’den 1907’ye kadar Mısır’da İngiltere’yi Lord Cromer
temsil etmiş ve Mısır’ın tek hakimi olmuştur.
Cromer, Doğuluları “Enerji ve insiyatif” yoksunu saf
kişiler olarak tasvir etmekte, onları “sadakatle yaltaklanmaya hazır”, entrika
ve kurnazlığa yetenekli, hayvanlara karşı acımasız insanlar olarak
göstermektedir.
18. YY dan itibaren Doğu-Batı ilişkilerinin iki temel
eleman taşıdığı görülmektedir. Birincisi; Batı’nın, Doğu üzerinde gelişen,
sistematik bir bilgiye sahip oluşudur. Sömürgecilik ve genel çıkarlarla
desteklenen bu bilgi, aynı zamanda ilginç bir şekilde bilimin yeni dallarıyla
aralıksız geliştirilmektedir. Etnoloji, anatomi, filoloji ve tarih bilimlerinin
getirdiği yeni bilgilere romancılar, şairler ve gezginler tarafından katkılar
yapılmaktadır.
Doğu-Batı ilişkilerinin ikinci özelliği ise Avrupa’nın
üstünlük iddasında bulunmasa bile güç dengesini daima kendi elinde tutuşudur.
Bu dengeler 1956 yılına kadar sürecektir.
Kısım 2: Sınırları Yeniden Çizme
Gustave Flaubert 1880’ de ölmüştür. Bilginin çöküşü ve
insani gayretlerin anlamsızlığı üzerine yazdığı romanı bitirememiştir. Ama ana
hatları bellidir. Burjuva temsilcilerinden birisi beklenmedik bir şekilde bir
mirasa konmuştur. Fakat hayatı ümitsizliklerle doludur. Bu ümitsizlik tablosunu
tamamlamak için Flaubert’in yazdıkları arasında iki tema fazla dikkat
çekmektedir. Romanda iki kişi, insanlığın geleceğini tartışmaktadırlar. Birisi
geleceği karanlık, birisi mutlu olarak görmektedir. Modern insan
ilerlemektedir. Avrupa, Asya’dan kurtarılacaktır. Tarihin kanunu gereği
uygarlık Doğu’dan Batı’ya yürümektedir. İki taraf sonunda eriyecektir.
İlk gözlemlere göre Doğu, İslam ülkelerinin dışında
ortaya çıkıyordu. Bu temel değişim, genellikle geniş bir anlamda, Avrupa’nın
durmadan ilerleyen dünyanın yeni yerlerini keşfetme arzularına uygun bir
gelişme idi, gezi notlarının artan etkileri, bilimsel seyahatler ve bunların
ürünleri dikkatleri günden güne Doğu’ya çekiyor, ilgi derinleşiyor,
genişliyordu.
Batı’nın Doğu hakkındaki görüşlerine on sekizinci
yüzyılda eklenen ikinci gözlem ise tarafların birbirlerine karşı daha fazla
bilgiyle donatılmış olmalarıdır. Bu durum sadece gezginler ve kâşifler yolu ile
değil aynı zamanda tarihçiler tarafından yaratılmıştı. Bu kişiler deney ve
gözlemleriyle, araştırmalarıyla Avrupa için yararlı sonuçlar alabilirdi.
Bu çağda oryantalizm, mekan içerisinde coğrafyanın
eriştiği en ileri noktaya varmış, zaman içerisinde ise bilinen en yüksek
sınırlara kadar ilerlemiştir. Kazanılan başarılar, kutsal kitap dogmalarından
daha ziyade, Hint, Çin, Japon, Sümer, Sanskrit, Zerdüşt ve Mani kaynaklarına
yönelimi arttırmaktadır. Bu alanlara yönelim tarih bilimini de daha ileriye
götürmüştür. Avrupa’yı iyi tanımak demek, bu kara parçasının diğerleriyle
arasındaki ilişkileri iyi bilmek demektir. Bu ilişkileri zaman ve zemin içinde
yeniden değerlendirerek araştırmaları o zamana dek bilinmeyen ufuklara kadar
genişletmek temel amaçtır.
Tarihte savaş alanlarında karşılaştıkları mü’minler ve
bunların karşısında yer alan barbar
sürüleri arasındaki ebedi ve ezeli ayrım kavramı yerine, çeşitli yabancı
bölgelerin ve kültürlerin yeni tanımı yapılmakta, neticede insanın öz benliği
ve kişiliği yeni bir renk kazanmaktadır. Avrupa’nın sınırları artık sadece bir
gümrük sınırı değildir. İnsanların birbirleri ile kaynaşmaları günden güne
yasal zemine oturarak meşruiyet kazanmaktadır.
İnsanların sınıflandırması değişmektedir. Hristiyanlar ve
tüm diğer insanlar arasındaki renk, davranış, köken ve karakter farkları daha
belirgin ölçülerde ortaya çıkmaktadır. Fakat bu farkları taşıyan insanlar, eğer
zamanın şartlarına göre uyum gösteriyorlarsa, bir arada çağdaş faydaya
sunulmuşlardır.
Kısım 3: Bugünkü
Oryantalizm
Günümüzde Fransa ve İngiltere dünya politika sahnesinin
önünde değillerdir. Amerika onları geçmiştir. Dünyanın sömürgeleştirilmiş her
bölgesi, geniş bir çıkar ağı ile bir şekilde Amerika’ya bağlıdır. Oryantalizm
de Amerika’ya aktarılmıştır. Avrupa oryantalizmi yeni şekilleriyle, yeniden
dolaşıma çıkarılmıştır. Yani “yeni” oryantalizm, klasik kıta Avrupası yerine,
Amerikan bakış açısından şekillenerek bugün varlığını sürdürmektedir. Doğu
kültür kavramı etrafında dizilmektedir. Japonya, Hindistan ve Pakistan çeşitli
çevrelerde gittikçe daha çok söz konusu edilmekte ve bu ülkeler incelenip,
tartışılmaktadır. Oryantalizm de ki bu değişimle birlikte İslam dünyası da yeni
bir bakış açısına kavuşmuştur.
Sonuç:
Günümüzde Amerika, Ortadoğu’ da çok büyük bir yük altına
girmiştir. Ancak bu yük, Amerika’nın içine girdiği çölün üzerinde kurulmuş
kâğıttan kulelerdir. Doğu’nun tüketim faktörü Amerika’yı kurtarmaktadır. Arap
ve İslam dünyası, dolayısıyla “Doğu” bütünü ile Batı ekonomik pazarına bağımlı
olarak yaşamaktadırlar. Bölgenin başlıca zenginliği olan petrol bütünüyle
Amerikan ekonomisi tarafından yutulmaktadır. Petrolle zenginleşen Araplar
bölgede, zaman geçtikçe Amerika’nın en büyük müşterileri olmuşlardır ve olmaya
devam edeceklerdir.
Son olarak;
“Elveda Doğu !
Elveda Batı !
Kuzeyin ve Güneyin toprakları
Barış içinde Yaşayın !”
Murat
ERDİNÇ
Niğde Üniversitesi
Siyaset
Bilimi Ve Uluslararası İlişkiler
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder