10 Eylül 2014 Çarşamba

ORYANTALİST BAKIŞ AÇISI


ORYANTALİZM
            Giriş
            Bu yazıda Edward Said tarafından yazılan “Oryantalizm” kitabını özetlemeye çalışacağız.
Oryantalizm, Batı’nın; Doğu medeniyetine karşı olan tutum ve davranışlar, yeni fikirler bütünüdür. Oryantalizm, Batılı ilim adamlarınca, Batılı olarak, Batı için, Batının çıkarlarına göre oluşturulmuştur.
            Oryantalizm, bir siyasal propaganda aracı olarak Batı’nın, Doğu üzerindeki üstünlüğünü kanıtlamaya çalışırken aynı zamanda Batı’nın Doğu’ya ve özellikle “İslam” medeniyetine saldırmasını da haklı çıkarmaya çalıştığını ileri sürmektedir.
            Kısacası Edward Said Batılıların, Doğu’yu nasıl çarpıtarak ele aldıklarını ve bunu hangi yöntemlerle gerçekleştirdiklerini ve böyle bir davranışa hangi amaç ile başvurduklarını açıklamaya çalışmaktadır.
            Kısım 1: Oryantalizmin Alanı
            Doğu’yu Tanımak: 
            Doğu’nun bin dört yüz yılı İslam ile birlikte geçmiştir. Bu süre zarfında bölgede var olmuş tüm eski uygarlıkların yaşamaya devam eden kalıntıları İslam medeniyetinin üstün vasıfları içinde bütünleşerek yeni bir sentez oluşturmuştur.
            İslam bölgede 1400 yıldan beri hüküm sürmektedir. İslam devletlerinin en uzun ömürlü olanı 622 yıl hüküm süren Osmanlı İmparatorluğu’ dur. Osmanlılar bölgede, diğer Müslüman devletlerin yıkılışıyla, tek kalmış ve İslam’ın hür bayrağını son yarım yüzyılda rakipsiz olarak taşımışlardır.
1815 ve 1914 yılları arasında Avrupa’nın sömürge imparatorluğu % 85 e çıkmıştır. Yeryüzündeki tüm ülkeler bu sömürü hareketlerinden payına düşeni almıştır. Özellikle Asya ve Afrika ülkeleri sert bir sömürüye tabi tutuluyordu. İngiltere ve Fransa bazen anlaşarak birleşiyor, bazen ise rekabete düşüp, düşman oluyorlardı. Doğu’da Akdeniz kıyılarından Çin Hindi ve Malezya’ya kadar uzanan sömürge imparatorlukları bulunuyordu. Bu sözlerden anlıyoruz ki; İslam medeniyeti, Batı tarafından dağıtılmıştır.           
13 Haziran 1910’ da Arthur James Balfour mecliste “Mısır’da çözmek zorunda bulunduğumuz problemler” adlı konuşmayı yapmıştır. Balfour Mısır hakkındaki görüşleriyle sırtında ağır bir yük taşıyordu.
Balfour’un konuşmasında sık geçen “Doğulu” kelimesine karşı meclisten tepkiler ve direnişler geldi. Kelime coğrafi, ahlaki ve kültürel bakımdan Asya’yı ve Doğu’yu ifade etmekteydi.
Balfour için Doğu’yu bilmek çok önemliydi. Bilmek aynı zamanda günlük gereksinimlerin üzerine çıkmak ve egemen olmaktı. Bilmek, Doğu üzerinde otorite kurmaktı ve onların özerklik isteklerini hiçe saymaktı. Balfour için bilmek demek İngiltere’nin bildiği Doğu demekti. İngiltere’nin üstünlüğü ve Doğu’nun geriliğini bilmekti. Aslında bu üstünlük ve gerilik Balfour’un zihninde doğrudan yer almıyordu. Bilmek eylemi başarıldığında dolaylı olarak ortaya çıkan iki unsurdu. Yapılacak en doğru şey, onun sınırlarını tanımak ve geriliğinin bilinci içinde yönetenle yönetilen arasındaki en faydalı ilişkiyi kendisinin bulmasını sağlamaktı.
İngiltere, Mısır’ı tanıyor; Mısır İngiltere’yi tanımıyor; İngiltere Mısır’ın kendi kendisini yönetecek bir hükümeti olamayacağını biliyordu. Sonuçta Mısır, İngiliz uygarlığına ihtiyaç duyuyor ve İngiltere Mısır’ı işgal ediyordu.
            Önemli olan Mısırlıyı iyi tanıyan bir üstün ırkın onu yönetmesiydi. İngiltere’nin Mısır’ı işgal ederek Urabi Paşa’nın milliyetçi direnişine son verdiği 1882’den 1907’ye kadar Mısır’da İngiltere’yi Lord Cromer temsil etmiş ve Mısır’ın tek hakimi olmuştur.
            Cromer, Doğuluları “Enerji ve insiyatif” yoksunu saf kişiler olarak tasvir etmekte, onları “sadakatle yaltaklanmaya hazır”, entrika ve kurnazlığa yetenekli, hayvanlara karşı acımasız insanlar olarak göstermektedir.
            18. YY dan itibaren Doğu-Batı ilişkilerinin iki temel eleman taşıdığı görülmektedir. Birincisi; Batı’nın, Doğu üzerinde gelişen, sistematik bir bilgiye sahip oluşudur. Sömürgecilik ve genel çıkarlarla desteklenen bu bilgi, aynı zamanda ilginç bir şekilde bilimin yeni dallarıyla aralıksız geliştirilmektedir. Etnoloji, anatomi, filoloji ve tarih bilimlerinin getirdiği yeni bilgilere romancılar, şairler ve gezginler tarafından katkılar yapılmaktadır.
            Doğu-Batı ilişkilerinin ikinci özelliği ise Avrupa’nın üstünlük iddasında bulunmasa bile güç dengesini daima kendi elinde tutuşudur. Bu dengeler 1956 yılına kadar sürecektir.
            Kısım 2: Sınırları Yeniden Çizme
            Gustave Flaubert 1880’ de ölmüştür. Bilginin çöküşü ve insani gayretlerin anlamsızlığı üzerine yazdığı romanı bitirememiştir. Ama ana hatları bellidir. Burjuva temsilcilerinden birisi beklenmedik bir şekilde bir mirasa konmuştur. Fakat hayatı ümitsizliklerle doludur. Bu ümitsizlik tablosunu tamamlamak için Flaubert’in yazdıkları arasında iki tema fazla dikkat çekmektedir. Romanda iki kişi, insanlığın geleceğini tartışmaktadırlar. Birisi geleceği karanlık, birisi mutlu olarak görmektedir. Modern insan ilerlemektedir. Avrupa, Asya’dan kurtarılacaktır. Tarihin kanunu gereği uygarlık Doğu’dan Batı’ya yürümektedir. İki taraf sonunda eriyecektir.
            İlk gözlemlere göre Doğu, İslam ülkelerinin dışında ortaya çıkıyordu. Bu temel değişim, genellikle geniş bir anlamda, Avrupa’nın durmadan ilerleyen dünyanın yeni yerlerini keşfetme arzularına uygun bir gelişme idi, gezi notlarının artan etkileri, bilimsel seyahatler ve bunların ürünleri dikkatleri günden güne Doğu’ya çekiyor, ilgi derinleşiyor, genişliyordu.
            Batı’nın Doğu hakkındaki görüşlerine on sekizinci yüzyılda eklenen ikinci gözlem ise tarafların birbirlerine karşı daha fazla bilgiyle donatılmış olmalarıdır. Bu durum sadece gezginler ve kâşifler yolu ile değil aynı zamanda tarihçiler tarafından yaratılmıştı. Bu kişiler deney ve gözlemleriyle, araştırmalarıyla Avrupa için yararlı sonuçlar alabilirdi.  
            Bu çağda oryantalizm, mekan içerisinde coğrafyanın eriştiği en ileri noktaya varmış, zaman içerisinde ise bilinen en yüksek sınırlara kadar ilerlemiştir. Kazanılan başarılar, kutsal kitap dogmalarından daha ziyade, Hint, Çin, Japon, Sümer, Sanskrit, Zerdüşt ve Mani kaynaklarına yönelimi arttırmaktadır. Bu alanlara yönelim tarih bilimini de daha ileriye götürmüştür. Avrupa’yı iyi tanımak demek, bu kara parçasının diğerleriyle arasındaki ilişkileri iyi bilmek demektir. Bu ilişkileri zaman ve zemin içinde yeniden değerlendirerek araştırmaları o zamana dek bilinmeyen ufuklara kadar genişletmek temel amaçtır.
            Tarihte savaş alanlarında karşılaştıkları mü’minler ve bunların karşısında yer alan  barbar sürüleri arasındaki ebedi ve ezeli ayrım kavramı yerine, çeşitli yabancı bölgelerin ve kültürlerin yeni tanımı yapılmakta, neticede insanın öz benliği ve kişiliği yeni bir renk kazanmaktadır. Avrupa’nın sınırları artık sadece bir gümrük sınırı değildir. İnsanların birbirleri ile kaynaşmaları günden güne yasal zemine oturarak meşruiyet kazanmaktadır.
            İnsanların sınıflandırması değişmektedir. Hristiyanlar ve tüm diğer insanlar arasındaki renk, davranış, köken ve karakter farkları daha belirgin ölçülerde ortaya çıkmaktadır. Fakat bu farkları taşıyan insanlar, eğer zamanın şartlarına göre uyum gösteriyorlarsa, bir arada çağdaş faydaya sunulmuşlardır.
            Kısım 3: Bugünkü Oryantalizm
            Günümüzde Fransa ve İngiltere dünya politika sahnesinin önünde değillerdir. Amerika onları geçmiştir. Dünyanın sömürgeleştirilmiş her bölgesi, geniş bir çıkar ağı ile bir şekilde Amerika’ya bağlıdır. Oryantalizm de Amerika’ya aktarılmıştır. Avrupa oryantalizmi yeni şekilleriyle, yeniden dolaşıma çıkarılmıştır. Yani “yeni” oryantalizm, klasik kıta Avrupası yerine, Amerikan bakış açısından şekillenerek bugün varlığını sürdürmektedir. Doğu kültür kavramı etrafında dizilmektedir. Japonya, Hindistan ve Pakistan çeşitli çevrelerde gittikçe daha çok söz konusu edilmekte ve bu ülkeler incelenip, tartışılmaktadır. Oryantalizm de ki bu değişimle birlikte İslam dünyası da yeni bir bakış açısına kavuşmuştur.
            Sonuç:     
            Günümüzde Amerika, Ortadoğu’ da çok büyük bir yük altına girmiştir. Ancak bu yük, Amerika’nın içine girdiği çölün üzerinde kurulmuş kâğıttan kulelerdir. Doğu’nun tüketim faktörü Amerika’yı kurtarmaktadır. Arap ve İslam dünyası, dolayısıyla “Doğu” bütünü ile Batı ekonomik pazarına bağımlı olarak yaşamaktadırlar. Bölgenin başlıca zenginliği olan petrol bütünüyle Amerikan ekonomisi tarafından yutulmaktadır. Petrolle zenginleşen Araplar bölgede, zaman geçtikçe Amerika’nın en büyük müşterileri olmuşlardır ve olmaya devam edeceklerdir.
            Son olarak;
            “Elveda Doğu !
            Elveda Batı !
            Kuzeyin ve Güneyin toprakları
            Barış içinde Yaşayın !”
                                                                                                              Murat ERDİNÇ
                                                                                                            Niğde Üniversitesi
                                                                                               Siyaset Bilimi Ve Uluslararası İlişkiler


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder